Kenan Taş: Herkese merhaba, ben Kenan Taş. Yine özel bir röportajla karşınızdayım. Dün yapacaktık ama aniden çıkan Özgür Özel toplantısından dolayı erteledik Sayın Ali Babacan ile beraber. Gündemimiz yoğun. Gündemde bir sürü farklı konu var. Özgür Özel'le görüşmesinden ekonomiye, ekonomiden çözüm sürecine, çözüm sürecinden adı, tarihi belli olmayan seçime kadar birçok farklı konuda Ali Bey'e görüşlerini soracağız birazdan. O sebeple uzun soluklu bir röportaj olacak. Yayını beğenirseniz sevinirim. Ne kadar çok beğenirseniz o kadar çok farklı kişiye ulaşıyor. Ali Bey hazırsa hemen başlayalım. Onun da vaktini almayalım. Ali Bey hoş geldiniz.
Ali Babacan: Hoş bulduk. Kenan Bey teşekkür ediyorum. Nasılsınız?
Kenan Taş: Teşekkürler. Siz nasılsınız Ali Bey iyi misiniz?
Ali Babacan: Ben de iyiyim. Sağ olun. Teşekkürler. Ankara'dan selamlar.
Kenan Taş: Teşekkür ederiz. Sağ olun. Ali Bey ilk olarak şununla başlamak istiyorum. Dün Özgür Özel size geldi ve destek mi istedi acaba?
Ali Babacan: Dün Sayın Özel'in ziyaretinin üç sebebi vardı. Bunların birincisi; iade-i ziyaret. Yani bizim büyük kongremizden sonra bir hayırlı olsun ve tebrik ziyaretiydi. Hatırlarsanız ben de kendisini geçen sene Temmuz'da genel başkan seçildikten sonra ziyaret etmiştim. “Hayırlı olsun” demiştim. Birinci amaç bir iade-i ziyaret. İkinci amaç; şu anda Cumhuriyet Halk Partisi başta olmak üzere pek çok siyasi parti üzerinde giderek artan bu baskı ikliminin, özellikle yargı yoluyla oluşturulan baskının şöyle bir karşılıklı değerlendirilmesi ki Cumhuriyet Halk Partisi üzerinde de biliyorsunuz epey bir baskı oluşturuldu, oluşturulmaya çalışıyor. Bu konularda daha yakın ve daha dayanışma içerisinde olma taleplerini ilettiler ki zaten pek çok ortamda eğer mesele hukuksa, adaletse mutlaka hangi parti olursa olsun hiçbir ayrım yapmaksızın her partinin yanında oluyoruz, dayanışma içerisinde oluyoruz. Bunu da kendilerine ifade ettik. İkinci gündemimiz buydu. Üçüncü gündem de, seçim hazırlıkları ve özellikle kendi adaylarını yani kendi cumhurbaşkanı adaylarını niçin erken bir aşamada belirlemek istedikleriyle ilgili gerekçeleri bize anlatmak. Yani üç tane ziyaret sebebi vardır. Üç konuda da karşılıklı görüş alışverişinde bulunduk.
Kenan Taş: Destek istemedi yani.
Ali Babacan: Hukuki ve yargı süreçlerinde, özellikle iktidarın gittikçe artan bir şekilde yargıyı muhalefet üzerinde sopa olarak kullanması konusunda bir dayanışma ve destek talebi oldu.
Kenan Taş: Evet. Ali Bey siz aday mısınız acaba? Şu anda kamuoyunda bildiğimiz Fatih Erbakan aday. Ekrem İmamoğlu muhtemelen yüzde yüz CHP'nin adayı olacak. Mansur Yavaş da “Ben adayım” diyor. Şu an üç tane aday var. Siz de aday mısınız acaba?
Ali Babacan: Öncelikle şunu görmek lazım. Siyasette yirmi dört saat çok uzun bir süredir. Dolayısıyla siyasette zaman mefhumu bir üretim gibi ya da mekanik bir konu gibi değildir. Onu bir baştan ifade etmek isterim. İkincisi mevcut Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nde yani kısa adıyla “Başkanlık Sistemi”nde, her siyasi partinin genel başkanı doğal bir cumhurbaşkanı adayıdır. Bir siyasi parti ülkeyi yönetme iddiasıyla yola çıktıysa ki biz öyle bir partiyiz, her konuda ama her konuda ülkeyi nasıl yöneteceğimizle ilgili çok detaylı hazırlıkları yapmış durumdayız. Güçlü kadrolarımız var ve biz ülkeyi yönetme iddiasıyla kurulmuş bir siyasi partiyiz. Doğal olarak da DEVA Partisi'nin genel başkanı Ali Babacan Cumhurbaşkanı adayıdır. Bu işin doğalıdır. Onun dışındaki her düzenleme bu ana ilkenin istisnalarıdır. Yani kaide budur. Ama kuşkusuz her partinin ya da farklı ortamların kendine göre istisnaları oluşabilir ve nihayetinde her parti kendi iç süreçlerinde nihayet kararlarını verir.
Kenan Taş: Evet bir diğer mesele de yani bu özellikle muhtemelen görünen o en azından siyasal atmosfere baktığımızda, olası bir seçimin erken seçimin ya da zamanda yapılacak bir seçimin ikinci tura kalacağı konuşuluyor. Örneğin siz DEVA Partisi olarak Ali Babacan olarak, bir, asla şu partiyle ittifak yapmam diyor musunuz? Örneğin iktidarla asla iktidar yapmayız ya da bir blok var Yeni Yol, DEVA, Gelecek Saadet bloğu ya da Yeniden Refahla beraber ittifaklara nasıl bakıyorsunuz acaba?
Ali Babacan: Biz her konuya ilkeler ve değerler bazında bakıyoruz. Yani ülkenin şu anda içinde bulunduğu çok büyük sorunlar var. Hukuk ve adaletsizlik olmak üzere ki en büyük sorundur. Hukukun üstünlüğü ilke değerinde endeksinde Türkiye'nin nereye düştüğünü görüyorsunuz. Bakın, daha yeni açıklanan Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde neredeyiz? Emsal ülkeler nerede? Biz neredeyiz? Türkiye tepe taklak aşağı doğru yuvarlanıyor. Yani Cumhurbaşkanı ne derse desin, Adalet Bakanı ne derse desin, bütün dünya görüyor ki Türkiye'de hukuk ve yargıla ilgili ciddi sorunlar var. Bizim olmazsa olmazımız memlekette hukukun ve adaletin yeniden tesis edilmesidir. Bu bizim en önemli ilke ve hedeflerimizden bir tanesidir. Yine Parlamenter Sistem, altını çizerek söylüyorum. Ülkenin Parlamenter Sistem’le yönetilmesi bizim en önemli hedeflerimizden bir tanesidir. Mevcut başkanlık sisteminin ülkeyi ne hale düşürdüğünü görüyoruz. Bakın mevcut sistem değişmediği sürece Erdoğan gider Merdoğan gelir ama sorunları aynı yaşamaya devam ederiz. İktidardaki partinin adı değişir ama sorunlar aynen devam eder. Dolayısıyla bizim en önemli ilkelerimizden ve hedeflerimizden birisi de parlamenter sistemle ama güçlendirilmiş bir parlamenter sistemle ülkenin yönetilmesidir. Dolayısıyla bizim diğer siyasi partilerle diyaloğumuz ya da ileride olası iş birliğimiz öncelikle bu temel ilke ve değerler konusunda uzlaşıp uzlaşamayacağımızla alakalıdır. Ama şunu maalesef görüyorum ki iktidar tarafında parlamenter sistemle ilgili en ufak bir ışık, en ufak bir olmadığı gibi muhalefette de kimi zamanlar “Parlamenter sistem istiyorum” diyen siyasi partilerden bazılarının sesinin bu konuda daha cılız çıktığını duyuyoruz. Yani muhalefette de bazı partilerin içinde öyle kuvvetli akımlar var.
Kenan Taş: Kimi kastediyorsunuz Ali Bey? Kimi kastediyorsunuz?
Ali Babacan: Muhalefetteki siyasi partilerin içindeki akımlardan ben bahsediyorum. Yani ana muhalefeti de örnek alalım ya da başka muhalefet partilerini de söyleyebiliriz. Bu bazı partilerin içinde ana muhalefet dahil akımlar var. Diyorlar ki; “Ya arkadaş bu adam yıllardır bu ülkeyi yönetiyor. Tek yetkiyle yönetiyor. Ve biz de öyle yapmalıyız.” Yani biz o yetkiyi onun elinden almalıyız. O iktidar sopasını elinden almalıyız. O sopayı biraz da biz kullanmalıyız. İktidarın menfaatlerinden biraz da biz yararlanmalıyız zihniyeti hâkim. Dediğim gibi ana muhalefet içerisinde böyle damarlar var. Ama başka partilerde de bu zihniyet var. Dolayısıyla bizim mevcut sistemin devamından yana böyle kafası karışık olan hiçbir siyasi partiyle herhangi bir şekilde iş birliği yapmamız da mümkün olmaz. Yani “Güçlenmiş Parlamenter Sistem” konusunda çok net sağlam özü sözü bir duruş görmek isteriz. Ha o duruşu gördüğümüz siyasi partilerle daha yakın çalışırız. İleride iş birliği modaliteleri de olabilir ama bu konuda kafamızın net olması gerekiyor. Yani, seçimleri sadece bir iktidar sopasını ele geçirme yarışı olarak görmemek gerekiyor. Demokratik bir kafa gerekiyor, Kenan Bey demokratik kafa. Yani “Ya ben iktidar oluyorum, kardeşim aklıma geleni biraz da ben yapayım, nasıl Erdoğan yapıyor, biraz da ben ülkeyi öyle yöneteyim” gibi bir kafayla bizim yollarımız kesişmez, olamaz yani. Onun için dediğim gibi daha vakit var. Şu anda biz DEVA Partisi olarak kendi çalışmalarımızı yürütüyoruz. DEVA Partisi'nin adayı belli. Ama unutmayalım ki bir de “Yeni Yol Grubu” diye yeni bir yapılanmaya gittik. Yani bu yıl ocak ayından itibaren artık DEVA Partisi, Saadet Partisi ve Gelecek Partisi birbirlerine daha yakın çalışan siyasi partiler. Meclis'te bir ortak grubumuz var. Ha bu ortak grup ileride bir ittifaka dönüşebilir. İleride farklı bir seçim iş birliğine dönüşebilir. Bugün için o noktada değiliz ama bir ileride bunların hepsi olabilecek konular. Fakat bugün itibariyle biz Saadet Partisi'yle ve Gelecek Partisi'yle diğer partilere göre daha yakın bir iş birliği içindeyiz. Ama DEVA Partisi'nin iş birliği yapacağı siyasi partiler sayısı çoğalabilir. Başka partilerle başka iş birliği modaliteleri oluşturabiliriz, DEVA Partisi olarak. Yeni Yol Grubu olarak da bu grubun daha genişlemesi, iş birliğinin daha derinleşmesiyle ilgili çalışmalar da yapabiliriz. Ama unutmayalım ki bütün bu çalışmalarda asıl hedef millet. Yani hedef siyaset için siyaset yapmak değil. Bir koşu bandında koşmak değil. Maraton koşusu yapmak. Koşup mesafe kaydetmek. Siyaseti siyaset için yapanlar vardır. Sever, hoşlanır. “Senin mesleğin nedir?” diye sorduğunuz, “Ben siyasetçiyim” der. “Zaten başka bir işte yapamam” der. Biz öyle siyasetçilerden değiliz. Biz bu ülkeyi seviyoruz ve bu ülkenin sorunlarını çözmek için yola çıkan, bu ülkenin sorunlarını iyi bilen ama nasıl çözüleceğini de iyi bilen bir siyasi partiyiz. Onun için biz hep şunu söylüyoruz, Cumhurbaşkanı adayı konuşuluyor ya hep ne denirdi mesela 2023te? “Seçilebilir aday, seçilebilir aday.” Ama biz ne dedik? “Evet, seçilebilir aday olması kuşkusuz önemlidir ama aynı zamanda yönetebilir aday olması lazım” dedik. Yani sadece anketler şöyle gösteriyor, böyle gösteriyor diye o anlık akımlara da kapılmak yerine hangi siyasi parti bu ülkeyi daha iyi yönetir? Hangi Cumhurbaşkanı adayı seçildiği takdirde bu ülkeyi adaletle yönetir? Fırsat eşitliğiyle yönetir. Bizim buna bakmamız lazım. Ve kurulduk kuralı, beş yıla yaklaşıyoruz şimdi, İnşallah 9 Mart'ta tam 5. yılımızı dolduracağız DEVA Partisi olarak. 5 yıldır aynı ilkeleri savunmaya devam ettik. Bugün de aynı noktadayız.
Kenan Taş: Evet. Ali Bey biraz da ekonomi… Sizin asıl uzmanlık alanınızın o olduğunu tüm kamuoyu, tüm Türkiye biliyor. Özellikle AK Parti döneminde yaptığınız bakanlık süreciyle alakalı. Ben böyle ekonomiyle ilgili arka arkaya şeyler sormak istiyorum. Ben geçen gün bir yayında dedim ki; ülkede enflasyon inmiyor. Hayat pahalığı devam ediyor. Alım gücü az. Ama Mehmet Şimşek iyimserliği diye bir şey var ülkede. Mehmet Şimşek'e göre her şey yolunda iyi gidiyor. Siz önce genel resmi baktığınızda ne görüyorsunuz acaba?
Ali Babacan: Şimdi biliyorsunuz Mehmet Şimşek benim yakın çalışma arkadaşım idi. 2007’de Sayın Erdoğan’ı Mehmet Şimşek'le tanıştıran ben oldum. Londra'da bir üçlü görüşmede dedim; “Böyle bir arkadaşımız var Londra'da. Bu da güzel şeyler yapıyor. Siyasete kazandırabiliriz” diye ben tanıştırdım. Ve 2015’e kadar da yakın çalıştık. Yine Cevdet Yılmaz şu andaki cumhurbaşkanı yardımcısı. 2005 yılında ben Avrupa Birliği başmüzakerecisi olarak çalışmaya başladığım andan itibaren görevi bıraktığım tarihe kadar Cevdet Bey'le de çok yakın çalıştık. Dolayısıyla her iki arkadaşımızın da yani Cevdet Yılmaz'ın da Mehmet Şimşek'in de bu ülke için iyi niyetlere sahip olduklarını biliyorum. Ancak yeni sistemde bu arkadaşlarımızın yetki alanı çok çok dar. Çok sınırlı bir alanda hareket edebiliyorlar. Ve şu anda iktidarın etrafına bir menfaat şebekesi oturmuş durumda. İktidar kafasını kaldırıp o menfaat şebekesinin şöyle bir üzerinden bakıp memleketin gerçeklerini göremiyor. Ve o menfaat şebekesi her türlü kararda kendi işlerine ne geliyorsa o türlü karar aldırıyorlar hükûmete. Bugün yüksek faiz politikası değil mi? Yüksek faiz politikasından kim istifade eder? Paramız varsa faize koyuyorsanız o istifade eder. Yoksa ya da elin adamı. Parası var. Dünyanın hiçbir yerinde görmediği kadar yüksek faizle Türkiye'de kazanıyorsa o istifade eder o parasını getirir. Peki kaybedeni kim olur? Borçlu çiftçi kaybeder, borçlu esnaf kaybeder, borçlu KOBİ kaybeder, borçlu sanayici kaybeder. Ama şu anda iktidarın etrafındaki menfaat şebekesi yüksek faizden istifade eden bir şebekedir dikkat edin. Yine asıl gerekli olan yapısal reformlardır ülkeyi kurtaracak. Enflasyonu sadece faizi yükselterek düşüremezsiniz. Şu ana kadar Sayın Şimşek'in yaptığı, yapabildiği nedir? Sadece sadece faizi yükseltmektir. Yani sadece faiz yükselterek enflasyon düşmez. Bakın, Faizi çıkarttılar son 50 yılın en yüksek seviyesine çıkarttılar. Fakat ne oldu? Döndü dolaştı, o faizle ilgili grafiği hemen size sunayım, şu rakama bakın. Yani AK Parti'nin iktidar olduğu tarihe göre daha yüksek bir faiz var şu anda memlekette. Gerçekten inan inanılır gibi değil. Yani şu anda ülke yüksek faizle sadece ve sadece yüksek faizle enflasyonu düşürmeye çalışıyor. Bu çalışmaz, bu yürümez. Çünkü enflasyonu düşürmek istiyorsanız üretimin bollaşması lazım. Sanayinin büyümesi lazım. Geçen yıldan bu yola ihracat artışı sadece %3 diye seviniyorlar. Bir önceki yıl ihracat yüzde yarım arttı diye bakın %1 bile değil, yüzde yarım arttı diye seviniyorlar. Halbuki bizim enflasyonu düşürdüğümüz dönemde tek haneye indirdiğimiz dönemde Türkiye'nin ihracatı 36 milyar dolardan 132 milyar dolara çıktı. Katlana katlana arttı. Bu nasıl oldu? Bu güvenle oldu. Fırsat eşitliğiyle oldu. Adil bir şekilde yatırımcının önüne eşit fırsatlar sunarak Türkiye'yi güvenilir bir ülke haline getirerek oldu. Dolayısıyla Sayın Şimşek'in şu ana kadar yapabildiği tek iş faiz yükseltmek. Peki başka ne yapması lazım? Mesela tasarruf sağlaması lazım değil mi? Tasarrufun bir numaralı yolu nedir? Kamu harcamalarını kontrol altına almak. Kamu harcamalarını nasıl kontrol altına alacaksınız? Yeni bir Kamu İhale Yasası çıkararak yapacaksınız. Avrupa Birliği'nin 33 fasıldan bir tanesi Kenan Bey Kamu Alımları faslıdır. Yani Kamu İhale Yasası'dır. Şu anda 28 ülke tek bir mevzuatla kamu alımları yapıyor. Bütün bu yollar, köprüler, barajlar, kamu yatırımları ya da devletin satın aldığı her şeyi ortak bir mevzuatla yapıyor. Türkiye'yi niye bu yasaya getirip burada uygulamıyor? Sayın Şimşek, Sayın Yılmaz, niçin Avrupa Birliği'nin Kamu İhale Yasası’nı gelip Türkiye'de uygulayamıyor? Çünkü izin verilmiyor. Ellerini uzattıkları anda o alanlara birileri geliyor, eline vuruyor ve “cıs” diyor. “Oralara dokunamazsın” diyor. “Oralarda bizim menfaat şebekemizin istifadesi var” diyor. “Biz oralardan geçiniyoruz” diyorlar. Bakın bu Kamu İhale Yasası’nı Türkiye'de değiştirmeden, israfı önlemeden enflasyonu düşüremezsiniz. Bugün 1 liralık deprem konusunda bunlar 2 liraya, 3 liraya mal ediyor ya. “200 yüz bin konut yaptık” diyor değil mi Sayın Erdoğan? İki yılda. Biz o paraya 400 bin konutu rahatlıkla yapardık. Çünkü iki misle, üç misle mal ediyorlar. Avrupa Birliği'nin ihale yasasını getirsinler Türkiye'de uygulasınlar, nasıl tasarruf sağlanıyor görsünler. Nasıl konut fiyatları düşüyor görsünler. Nasıl enflasyon düşüyor görsünler. Ama yapamazlar, yaptırmazlar. Mehmet Şimşek'e de Cevdet Yılmaz'a da yaptırmazlar bu.
Kenan Taş: Ali Bey çok kısa bir sorum var. Yani “alanları dar” dediniz özellikle ekonomi yönetiminin. Alanları dar olmasına rağmen başarılılar mı yoksa başarısızlar mı? Sizce?
Ali Babacan: Şimdi ben ekonomide başarıyı Kenan Bey şöyle ölçelim. Geniş kitlelere bu ekonomi politikasının bir faydası var mı yok mu? TÜİK'in kendi rakamları son 5 yıldır ülkede geliri artan, reel anlamda geliri artan sadece %5. Geriye kalan %95’in geliri düşmüş veya sabit kalmış. Sayın Şimşek, Sayın Yılmaz göreve geldi geleli, iki yıla yaklaştı değil mi? İki yıldır Türkiye'de fakir fukaralık artıyor. Gelir dağılımı bozulmaya devam ediyor. İki yıldır Türkiye'de bir avuç zengin daha zengin oldu ama geniş kitleler fakirleşmeye devam etti. Ne anladık biz bu ekonomi politikasından? Diyorlar ki; “Ekonomi büyüdü.” İyi de o büyümeden istifade eden nüfusun sadece yüzde beşi. Diyorlar ki restoranlar dolu. İyi de o restoranlarda gördüğünüz nüfusun %5’i. %95’ni görmüyorsunuz ki onlar evlerinde oturuyorlar. 1 kilo kıymayı 500 liraya, 600 liraya almak zorunda kalıyorlar. Emekliler sabahın karanlığında karda kışta eti 10 lira, 20 lira, 30 lira ucuz alayım diye kuyruğa giriyorlar. Bu mudur ekonomi yönetiminin başarısı? Ama mesele sadece bakın; ekonomi yönetimi sadece ekonomi yönetiminin başarısı değildir. Açık söyleyeyim ben hem Avrupa Birliği başmüzakerecisiydim hem Hazine Bakanıydım. Hem hukukta, adalette reformlar yapıyorduk, ekonomide yapısal reformlar yapıyorduk, hem de düzgün bir makro ekonomi yönetimiyle ülkeyi yönetiyorduk. Böylelikle enflasyon düştü. Böylelikle Türkiye'de gelir dağılımı düzeldi. Şu anda öyle bir ekonomi yönetimi yok. Hukuk olmayınca, adalet olmayınca ekonomi düzelir mi ya? İşte daha dün değil mi? TÜSİAD feryat ediyor. Ne diyor? “Hukuk yok, adalet yok diyor. Gittikçe bu yargı yoluyla ülke üzerindeki baskı artıyor diyor. Özgürlüğünün olmadığı, baskı ikliminin olduğu bir ülkede ekonomi düzelir mi ya? Yatırımcının korktuğu bir ülkede, “başıma bir iş gelir mi?” diye korktuğu bir ülkede yatırım olur mu? İhracat olur mu?
Kenan Taş: Özellikle Ali Bey çok pardon araya giriyorum, mesela Mehmet Şimşek göreve gelmesiyle işte Batı dünyasında bilinen bir isim. O yüzden Türkiye'ye hani deyim yerindeyse, oluk oluk para akacak, yabancı yatırımcı gelecek, diye bir anlatı vardı. Sizce geldi mi bu iki yılda?
Ali Babacan: Evet, para geldi Türkiye'ye. Ama sadece ve sadece yüksek faizi almaya geldi. Bakın hisse senedi piyasasında yabancı girişi yok. Uluslararası yatırımcıların net anlamda bir girişi yok. Hisse senedi piyasası tamamen bizim yatırımcılarımızın kendi kendilerine iş yaptığı bir yer. Yine doğrudan yatırımlara bakıyoruz. Allah aşkına söyleyin ya şu son 2 yılda, 3 yılda böyle büyük çapta Türkiye'de kaç tane yatırım ilan edildi? Bakın ben ne diyorum size? 36 milyar dolardan 132 milyar doları artan bir ihracattan bahsediyorum. Çok kısa bir süre içerisinde ve bu ihracatı besleyecek hızlı bir yatırımdan bahsediyorum. Şu anda öyle bir şey yok. Evet Türkiye'ye para geliyor ama sadece ve sadece yüksek faizi almak için geliyor. 100 dolar getiriyor, 130 dolara çıkarıyor. “Ya iyiymiş, iyi para kazanıyorum Türkiye'de” diyor. 100 milyon dolar getiriyor, 135 milyon dolar çıkarıyor. “Ya güzel para kazanıyorum” diyor. 1 milyar dolar getiriyor, 1 milyar 300 milyon dolar çıkarıyor Türkiye'den. Bunun için geliyor para. E para sadece ve sadece bugün asgari ücretlinin, emeklinin refahından, boğazından kısıp da fedakârlık edip, sabredip toplanan paraların eğer faize gitmesinden ibaret bir ekonomi yönetimiyse batsın bu ekonomi politikası. Böyle bir şey olmaz yani. Böyle bir politika olamaz. Bakın yüksek faiz dönem dönem gerekebilir ama sadece yüksek faizle düzelmez. Yüksek faiz yanında kamuda tasarruf edeceksiniz. Maliye politikasını tasarruf yoluyla sıkılaştıracaksınız. Yapısal reformlar yapacaksınız dediğim gibi. Yani ekonomi politikasının başarısı halka yansıyor mu yansımıyor mu? Böyle ölçersiniz. Ya ekonomi politikası başarılı. Niye başarılı? “Yabancılar iyi faiz aldı. Bak ne güzel onlara çok faiz kazandı. Ha Türkiye'de parası olanın şimdi daha çok parası olan var. Bak ne güzel ekonomi politikası.” Eğer başarıyı böyle ölçüyorsanız batsın o ekonomi politikası.
Kenan Taş: Ali Bey şimdi Mehmet Şimşek iyi niyetli olarak birkaç tane tasarrufi genelgesi yayınladı ama yani böyle işte memurun servisleri kısıp işte ne bileyim fotokopi masraflarını azaltıp da böyle bir devlet yapısında tasarruf etmek mümkün mü? Yani sizlere deseler ki; “ya Ali Bey bir müdahale edin” diye. Siz ne yaparsınız mesela? Ya bu kamuda tasarrufu nasıl yapmak gerekiyor? Yani işte sürekli haberlerden çıkıyor ya yok uçaklarla gidiliyor, o oluyor, bu oluyor. Yani mesele sadece uçaklarla seyahat mı? Yoksa ne bileyim devletin yani Türkiye'deki insanların böyle bir yararına faydasına yani köprü, yol, otoyol gibi şeylerin yapımı mı durdurulmalı? Yani ne yapılmalı böyle üç dört maddede kamuda tasarruf için acaba?
Ali Babacan: Şimdi Türkiye büyüyecekse altyapı yatırımları da aynen devam etmeli. Türkiye'nin yola da ihtiyacı var, köprüye de ihtiyacı var, tünellere de ihtiyacı var, enerji yatırımlarına ihtiyacı var, var var. Ama bunlar fırsat eşitliği ve adalet içerisinde yapılması gereken yatırımlar. Bunlar mümkün olunca ucuza mal edilmesi gereken yatırımlar. Eğer siz açık bir ihaleyle, açık bir yarışmayla değil de adrese teslim, “Şu köprüyü al sana verdim sen yap. Şu tünelde sen yap, şuradaki otoyolda sen yap” diye yarışmasız bir şekilde açık bir ihalesiz bir şekilde bu işleri verirseniz çok pahalıya mal edersiniz. Bunda yolu nedir? Avrupa Birliği'nin Kamu Alımları Yasasını getirip Türkiye'de uygulamaktır. Ben bugün ülkenin Cumhurbaşkanı olayım bakın en geç 6 ayda bu yasayı geçiririm ve uygulamaya başlarım. Daha önce yaptık. Daha önce ben 2003 yılında Kamu İhale Yasası çıkarttım. Delik deşik ettiler. Her iş için istisna maddesi getirdiler. En sonunda da her konu acil iş diye bir madde vardı orada. Çok acil. Hani yangın çıkardı, deprem olurdu falan… Her şeyi acil maddeye getirdiler. Şimdi bu iş acil, şu iş acil diye hiçbir konuda neredeyse doğru düzgün bir yarışma yapılmıyor. Fırsat eşitliği olması lazım. Bakın devlet bir teşvik veriyorsa bunun şeffaf olması lazım. Yıllarca Hazine Müsteşarlığı verdiği yatırım teşvik belgelerini resmî gazetede yayınlamıştır. Her ayın son günü kime ne teşvik verildiyse yayınlanmıştır ve teşvik kurala bağlı verilmiştir. Artık verilen teşvik belgelerini yayınlamıyorlar biliyor musunuz? Kim şu anda devletten ne teşvik alıyor? Bunu göremiyorsunuz. Ya doğru hesaptan kaçar mı? Yıllarca Türkiye'nin en hızlı büyüdüğü, yatırımların en hızlı büyüdüğü, ihracatın en hızlı arttığı, istihdamın en hızlı arttığı dönemde teşvikler şeffaf şu anda Türkiye ekonomisi durağanlığa girmiş durumda ve maalesef verdikleri teşviklerin hiçbirisini yayınlamıyorlar. Niye açık değilsiniz, niye korkuyorsunuz? Ben Sayın Şimşek'e de Sayın Yılmaz'a da soruyorum. Niçin açıklamıyorsunuz? Şeffaf olun. Ben Cumhurbaşkanı olayım, ilk gün açıklarım, ilk gün.
Kenan Taş: Niye açıklamıyorlar?
Ali Babacan: Niye açıklamıyorlar? Çünkü eşe, dostu, ahbaba kime ne kadar teşvik verdiklerinin bilinmesini istemiyorlar. Öyle değilse açıklasınlar. Desinler ki; “Yo öyle bir niyetimiz yok”. Açıklayın o zaman. Niye açıklamıyorsunuz? Bir başka konu değil mi? Enflasyon. Ya TÜİK'in bir enflasyon sepeti vardır Kenan Bey. Bu enflasyon sepetinde peynir olur, zeytin olur, işte gömlek olur, pantolon olur. Ve biz TÜİK'in enflasyon hesabını Eurostat yani Avrupa Birliği standartlarına getirdik. Ben sıfırdan TÜİK yasası çıkarttım Meclis’ten. TÜİK'i bağımsız bir kurum yaptık. Yıllarca TÜİK enflasyonu açıklarken sepetindeki ürünlerin fiyatını açıklıyordu. Diyordu ki; “Peynirin kilosu şu, zeytinin kilosu şu, pantolonun fiyatı bu, gömleğin fiyatı bu” diyordu. E şimdi TÜİK'in sepetindeki fiyatları açıklamıyorlar. Diyorlar ki; “Enflasyon bu.” Öyle de arkadaş bu enflasyonu sen neye göre hesap ediyorsun? Yani senin bu sepetindeki domatesin fiyatı kaç? Peynirin fiyatı kaç? “Onu söylemem.” Yani niye söylemiyorsun? Yıllarca biz söylüyorduk da sen niye söylemiyorsun? Sayın Şimşek'e, Sayın Yılmaz'a söylüyorum. Niye açıklamıyorsunuz? Çünkü biliyorlar ki; bunlar açıklandığı zaman hele hele geriye doğru da açıklandığı zaman damadın foyası ortaya çıkacak. Damat döneminde nasıl o enflasyonu düşük gösterdiler, nasıl devletin verileriyle oynamaya başladılar? Hepsi ortalara saçılacak. Oralara dokunmaya başladıklarında biri geliyor eline vuruyor, cıs dokunma oraya. E şimdi sen enflasyon sepetini şeffafça açıklamazsan, devletin verdiği teşviği şeffafça açıklamazsan, Merkez Bankası'nın aldığı, sattığı döviz miktarını karartırsan, güven oluşturabilir misin ya? Sana millet de güvenmez, yatırımcı da güvenmez. Para nasıl gelir ancak “Arkadaş ben sana güvenmiyorum ama şu 100 milyon dolarıma sen bir yılda 30 milyon dolar faiz veriyor musun? Söyle bakayım bana.” Veriyorum mecburum çünkü para lazım. “Ver o zaman 30 milyon dolar ben ancak ondan sonra sana para veririm.” İyi de parayı veriyor, 100 veriyor, 130 alıp çıkıyor. Ben ne anladım bu ekonomi yönetiminden? Böyle bir şey olur mu ya? Ya inanın aklı hayale sığacak gibi değil. Yani bu işleri hiç yapmamış olsak, bilmiyor olsak deriz ki; “ya ne yapsınlar ya? İşte Türkiye zor. Dünyanın her yerinde enflasyon var değil mi?” Sayın Erdoğan bu türküyü çağırmadı mı? “Dünyanın her yerinde enflasyon var var” demedi mi yıllarca? Allah aşkına şuna bakın ya. “Dünyanın her yerinde enflasyon var” diye meydan meydan dolaştı seçimde. Dünyanın her yerindeki enflasyona bakın. Bir de bizdeki enflasyona bakın. OECD içerisinde, gıda enflasyonu. Enerji enflasyona bakın. Dünyanın her yerinde enflasyon var. %1-2 var, bizde fırlamış gitmiş 70-80’e Siz kimi kandırıyorsunuz ya?
Kenan Taş: Ali Bey, Mehmet Şimşek’in işte 2026 sonlarına doğru bir işte enflasyonu tek haneye düşürme hedefleri var. Ama biz de Ankara'daki farklı bürokratlarla farklı isimlerle görüştüğümüzde en erken 2027ler, 2028’leri görüyorlar. Yani kolay kolay düzelmeyi kısa vadede görmüyorlar. Sizin bir projeksiyonunuz var mı? Enflasyon böyle giderse asla düşmez tek haneye ya da 3 sene, 4 sene sonra düşer diye.
Ali Babacan: Bakın Kenan Bey burada inanın ekonomiyle ilgili konularda Sayın Şimşek'in adı biraz fazla sık telaffuz ediliyor. Sayın Şimşek'in çok çok dar bir yetki alanı var. Sayın Şimşek'in kendi başına bu ülkenin ekonomisini düzeltebilecek gücü yok, yetkisi yok.
Kenan Taş: Bıraksın o zaman Ali Bey…
Ali Babacan: O cesaret ister kolay mı?
Kenan Taş: Bıraksın neden bırakmıyor?
Ali Babacan: “Bırakıyorum” demek de cesaret meselesi. Kolay mı? Yani bakın o kadar ağır bir baskı iklimi var ki şu anda ülkede, yani iktidarın zulmünden korkan çok insan var. Kolay değil. Bunların hepsi cesaret meselesi. Yani “ben yokum” demek de cesaret meselesi böyle bir iklimde. Onun için o ayrı bir mesele. Bakın Sayın Şimşek'e takılmayalım. Ben yakın tanıdığım için çok takılmayalım diyorum. Şu an Sayın Erdoğan bu ülkenin başında olduğu sürece adalet, hukuk tanımadığı sürece, yargı üzerinde sürekli baskıyı kurduğu sürece, yargıyı sopa olarak kullanıp muhalefet üzerinde, medya üzerinde, sivil toplum üzerinde, sanat dünyası üzerinde, iş dünyası üzerinde baskı oluşturmaya devam ettiği sürece tek haneli enflasyonu bunlar ancak rüyasında görür. Düşmez. Mümkün değil. Tek haneli enflasyon ancak adalet ve hukukla olur. Tek haneli enflasyon fırsat eşitliğiyle, adil rekabetle olur. Tek haneli enflasyon Türkiye'de bol bol üretim yaparak, malların bollaşmasıyla, üretimin bollaşmasıyla, gerçek anlamda her sektörde rekabetin düzgün çalışmasıyla olur. Tek haneli enflasyon çiftçiye akılcı destekler vererek olur. Çiftçinin maliyetini aşağıya çekerek olur. Tek haneli enflasyon gerçek üreticiye, KOBİ'ye, sanayiciye; düzgün, güzel tasarlanmış teşvikler vererek olur. Tek haneli enflasyon böyle olur. Yoksa faizi yükselttim, enflasyon tek haneye insin. Rüyalarında görürler. Olmaz, olamaz. Biz yaptık, indirdik ama ne kadar sürede indirdik? İki senede indirdik. Niye indiremiyorlar yeni ekonomi yönetimi? Faizi bu kadar yükseltmelerine rağmen, niye enflasyon düşmüyor?
Kenan Taş: Niye düşmüyor?
Ali Babacan: Niye düşmüyor? Adalet yok, hukuk yok, şeffaflık yok, adil rekabet yok. Her sektörde kayrılan firmalar var. Her sektörde belli firmaları gözlerine kestiriyorlar, o firmalarla al gülüm ver gülüm ilişki geliştiriyorlar. O firmalar kendi tekellerini oluşturuyor. Eee tekel oluştuğunda da fiyatları yüksek tutma imkanına sahip oluyorlar. Ya da enerjiyle, gıda da enflasyon patlıyor. En önemli iki tane kalemdir, enerjiyle, gıda. Enerjiyle, gıda da enflasyon patlattıktan sonra siz tutup da tekrar enflasyonu tek haneye indiremezsiniz. Millet 10 lira, 20 lira için et kuyruğunda bekliyor, yanlış tarım politikaları yüzünden. Daha doğrusu tarım politikasının olmaması yüzünden. E şimdi tarım politikasının olmadığı bir ülkede sadece ve sadece canlı hayvan ve et ithalatçılarının o menfaat şebekesi içinde hükûmete yakın olduğu bir düzende, çiftçinin sesini duyuramadığı bir düzende, et fiyatları düşer mi Türkiye'de? Şu anda bir ithalat lobisi var. Canlı hayvanı ithal edenler, et ithal edenler cepten cebe ülkeyi yönetenlerle konuşabiliyor. Benim kaç tane çiftçim, cepten cebe ülkeyi yönetenlerle konuşabiliyor? E böyle bir ülkede menfaat şebekesi iktidarın etrafını sarmışken milletin faydasına bir şey çıkmaz. Çiftçinin, esnafın faydasına bir karar çıkmaz. Memurumuzun, asgari ücretlimizin, emeklimizin hali düzelmez böyle bir ülkede. Öncelikle şu yöneten kafanın değişmesi gerekiyor ya. “Ya ben bu ülkeyi millet için yönetiyorum ve milletin istifade etmesi için yönetiyorum. Bana yakın etrafımdaki üç beş kişinin menfaat için değil, milletin menfaat için bu ülkeyi yönetiyorum” diyebilmesi lazım. Ama 22 yıldan sonra ve etrafımda oluşan o şebekeden sonra Sayın Erdoğan bunu yapma imkânı ihtimali yok. Biz bunu bugün görmedik ki. Ta 2019'da gördük, 2018'de gördük, 2017'de gördük. Onun için ben içeride çok mücadele ettim, sonra ayrıldım. Ondan sonra DEVA Partisi'ni kurduk.
Biz DEVA Partisi'ni niye kurduk? Niye bu kadar zor ve zahmetli bir işe giriştik? Niye bu uzun ve ince yolda yürüyoruz? Bir dik yokuş… Niye yürüyoruz? Çünkü bu iktidar kafasıyla bu ülkenin sorunların asla çözülemeyeceğine kesin kanaat getirdiğimiz için yapıyoruz bu işi. Yoksa ben düzelme ihtimali görsem herhalde gider yardım ederdim değil mi? Ama yok. Olmaz. Bu zihniyetle, bu kafayla artık olmaz. Bunu çok net görmek lazım ve beyhude uğraşmamak lazım. Ha iktidar böyle de muhalefette durum farklı mı? Şeffaflık diyoruz değil mi? Bakın ülkedeki şeffaflık endeksinde geldiğimiz yere bakın, inanın çok çok sıkıntılı bir durumdayız. Daha yeni iki gün önce biliyorsunuz, Uluslararası Şeffaflık Örgütü, Türkiye'nin şeffaflıkta nerede geldiğini açıkladı ve içler acısı bir durumdayız. Hemen göstereceğim; şu hale bakın ya… Bakın dikkat edin. Ali Babacan ilk Ekonomi Bakanı olmuş, Avrupa Birliği başmüzakerecisi olmuş, Dışişleri Bakanı olmuş değil mi? Gücümün yettiği ve etkili olduğum dönemde şeffaflık endeksi Türkiye'de yükselmiş, yükselmiş, yükselmiş zirveye çıkmış. Aynı dönemde Türkiye'nin ihracatı zirveye çıkmış. Türkiye'nin milli geliri zirveye çıkmış. Ondan sonra o menfaat şebekesi Erdoğan'ın etrafını bir örmüş, şeffaflık aşağıya doğru düşmüş, düşmüş, düşmüş. Daha iki gün önce açıklanan rakam diplerdeyiz ya. 100 küsuruncu sıradayız. Afrika ülkeleriyle yan yanayız. Şeffaflık endeksinin bir başka adı “Yolsuzluk Algı Endeksi”dir. Yani Dünya Bankası bunu yayınlarken “Yolsuzluk Algı Endeksi” diye tersten yayınlar. Şeffaflık biraz kibarlık olsun diye kullanılan bir ifade. Türkiye yolsuzluk algısında en diplerde olan bir ülke haline gelmiş. Şimdi böyle bir ülkede Allah aşkına siz enflasyonu nasıl düşüreceksiniz? Yolsuzluğun olduğu çok olduğu ülke ne demek? Birilerinin menfaatlendiği, geniş kitlelerin kaybettiği bir ülke demek. Yolsuzlukla mücadele konusunda hazır olmak lazım. Bakın bizim şeffaflık yasamız hazır. Siyasi ahlak, siyasi etik yasamız hazır. Yolsuzlukla Mücadele Yasamız hazır. Bu imar rantlarıyla ilgili yasamız hazır. Ama bunların hepsi o menfaat şebekesine dokunan yasalar. DEVA Partisi'ne şu anda karşı olan sadece iktidar değil. Biz sadece iktidara karşı savaşmıyoruz. Aynı zamanda o menfaat şebekesine karşı da savaşıyoruz. Bunu da gayet iyi biliyorlar. Diyorlar ki; “Ya Ali Babacan'ın cumhurbaşkanı olduğu bir ülkede bize artık iş zor” diyorlar. “O bize mümkün değil, yemez de yedirmez de” diyorlar. Onlardan da ayrıca blokaj görüyoruz. Niye medyanın bir kısmı bizi hiç görmüyor? Niye medyanın bir kısmında ya DEVA Partisi'nin adını bile geçirmiyorlar. Olumlu ya da olumsuz. Niye? Çünkü bakın o kuruluşların ilişkili olduğu kişilere ve ilişki ağına diyorlar ki; “Ya bu Ali Babacan bizim için fazla dürüst. Bu bir iktidarda olursa bize hayat yok, menfaatimiz kesilir, musluklar kapanır. Artık testiyi dolduramayız” diyorlar. Biz onlarla da ayrıca mücadele edeceğiz, ediyoruz. Ama şunu söyleyeyim milletimiz korkmasın. İnanın çok kolay Kenan Bey, çok kolay düzeltmek. İnanın çok kolay yani. Yeter ki o demokrat bir zihniyet olsun. Hukuk, adalet diyen bir kafa bu ülkeye yönetsin. Çok rahat çözülür meseleler ve Türkiye bırakın şu haldeki çabalamasını, bocalamasını Türkiye sadece bölgenin değil dünyanın yıldız ülkesi olur. Bunu yaptık, yine yaparız inşallah.
Kenan Taş: Evet Ali Bey ekonomiyle ilgili gerekli şeyi konuştuğumuzu düşünüyorum. Biraz daha Türkiye'nin farklı meseleleri var. Onlarla da biz de birkaç soru sormak isterim. Türkiye'de sizce bir Kürt sorunu var mı? Siz eğer iktidarda olsaydınız bu sorunu nasıl çözerdiniz? Şu anda izlenen yöntem ve metodu doğru buluyor musunuz?
Ali Babacan: “Türkiye’de Kürt sorunu, Kürt vatandaşlarının sorunu var mıdır?” diye soruyu bizim Kürt vatandaşlarımıza sormamız lazım. Türkiye'nin Kürtlerine sormak lazım. Onlar da diyorlar ki; “Evet ya, bizim sorunumuz var” diyorlar. Şimdi Kürtler “benim sorunum var” derken “böyle bir sorun yoktur” demek kimsenin haddine değil. Böyle bir sorun var. Ancak unutmamak lazım ki; Türkiye'nin aynı zamanda bir terör sorunu var. Ve bu iki konuyu birbirinden ayrı götürmek gerekiyor. Daha önce açılım denen çalışmalar oldu biliyorsunuz. Çözüm sürecini yaşadık hep beraber. Biz geçmiş muhasebesi yaptığımızda hep şunu söylüyoruz. Kendi vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlükle ilgili konuları ayrı bir çalışma hattında yürütmek lazım, terörle mücadele de ayrı bir çalışma hattında yürütmek lazım. Biz ne dedik DEVA Partisi olarak? “Bizim vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlükleri defaten ve hemen tanınmalıdır. Bu bir sorun alanı olmaktan derhal çıkmalıdır” dedik. Hiçbir konuya pazarlık yapmadan. Ya zaten hakkı, zaten hakkın olan bir şeyin sen neyinin pazarlığını yapıyorsun? Ne al vere sokuyorsun? Hakkını aynen tanıyacaksın, bitti. Ama terörle mücadelede de gerçekten gereken çalışmayı çok daha akılcı bir şekilde yürütmek lazım. Terörün kök sebeplerini ortadan kaldırmak lazım, terör örgütünü yalnızlaştırmak lazım. Bunun için çok taraflı diplomasi yürütmek lazım. Çünkü terör dediniz artık uluslararası boyutu olan bir iş. Hiçbir ülkenin kendi sınırlarında kalmıyor terör. Hep uluslararası boyutu oluyor, bölgesel boyutu oluyor. Dolayısıyla diğer ülkelerle olan siyasi iletişim de bu konuda çok çok önemli. Ve “Çatışma çözümü” denen bir alan var. Dünyada gittikçe başarı örnekleri artan, Çatışma çözümü denen bir alan var. O alanın da birikiminden istifade etmek lazım. Evet karşınızda bir silahlı örgüt varsa devlet de mutlaka silahıyla onun karşısında olmak zorundadır. Silahlı örgüte karşı silahsız mücadele olmaz ama sadece silahla da bu işin çözülmediğini herhalde 40 yıldır anlamış durumdayız. Dolayısıyla daha geniş düşünmek gerekiyor. Daha farklı yaklaşım gerekiyor.
Sayın Bahçeli'nin bu 1 Ekim’de başlattığı süreci açıkçası biz olumlu görüyoruz ama dikkat edin bu süreç sadece terörle mücadele süreci. Terör örgütüyle ilgili süreç. Asıl Kürt sorunuyla ilgili konularda henüz somut bir adım görmüyoruz. Biz bu ülkeyi yönetiyor olsak “Kürt sorunu” dediğimiz özgürlüklerle ilgili, haklarla ilgili konuyu hemen hallederiz, bitiririz, ondan sonra döneriz; “Arkadaş, sen ne istiyorsun ya? Senin derdin nedir?” diye ondan sonra terör örgütüyle ilgili konulara gireriz. Şu andaki süreç kronoloji olarak terse dönmüş durumda. Yani önce terör sorununu bir konuşalım, bunu halledelim. Terörsüz bir Türkiye isteyelim, tamam. %5 bile bir ihtimal olsa biz o ihtimali bile destekleriz, önemlidir. Sayın Bahçeli'nin okuduğu metin. Belli ki kendi kalemi değil, belli ki bir raporlar var, belli ki birileri bir şeyler kendisine sunmuş. Tamam. Kaynağı çok önemli değil. Sayın Bahçeli aldı, okudu, sahiplendi ve bizim için bu önemlidir. Ama mesela Erdoğan çok geç topa girdi. Çok geç destekledi. Hâlâ Erdoğan bu işin neresinde duruyor biz tam net göremiyoruz. Yani “Test edelim, bakalım tutarsa desteklerim tutmazsa da masayı deviririm, yıkarım ortalığı” modunda gibi okuyorum ben. Şimdi bu da yanlış bir iş. Ülkenin Cumhurbaşkanı eğer bu işi çözmek istiyorsa sahiplenecek ya. Öyle elinin ucuyla tutmayacak, sahiplenecek. Elini taşın altında değil, bedenini taşın altına koyacak. Ama şu anda öyle bir şey görmüyoruz. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı bu işin neresinde önce bir görmemiz lazım. Ne kadar samimi bir anlamamız lazım ve bir yol haritası lazım. Yol haritasında şu anda detaylarını tam göremiyoruz. Ama süreç ilerliyor, sürecin şu ana kadar ilerlemesiyle ilgili bize de İmralı’ya gidip gelen heyet bilgi veriyor. DEM Parti'den bilgi alıyoruz. O da bir garabettir. Yani eğer iktidar bu süreci başlattıysa bize gelip bilgiyi vermesi gereken iktidardır değil mi? Yani iktidarın gelip bizi bilgilendirmesi lazım. Çünkü süreci başlatan onlar, el sıkışan onlar, açıklamaları yapanlar onlar ama ne garabettir ki; onlar bilgi vermiyor, muhalefetle bilgi paylaşma yükünü bile, riskini bile başkalarına dağıtmaya çalışıyorlar. Önemli değil. Bu iş çözülsün de biz destekleriz. Aman Sayın Erdoğan'ın ne kadar bu işin arkasında, içinde, yanında olduğunu, neresinde olduğunu henüz göremiyoruz. Bunu daha net görmemiz lazım.
Kenan Taş: Evet, Cumhurbaşkanı Erdoğan erken seçimde ya da 2028’de aday olacak mı? Çünkü herkes özellikle muhalefet de dahil Erdoğan aday olacak senaryosu üstünden harekete geçiyor. Siz ne düşünüyorsunuz acaba?
Ali Babacan: Şimdi Sayın Erdoğan'ın aday olup olmayacağı öncelikle kendiyle ilgili değerlendirmesine bağlı. Kendisiyle, ailesiyle, partisiyle ilgili değerlendirmesine bağlı. Henüz çıkıp “Resmen ben adayım” demiş değil. Ama biz üç sebeple kendisine artık aday olmaması gerektiğini tavsiye ediyoruz. Bir, DEVA Partisi'nin hukukçularına göre şu anda Erdoğan'ın üçüncü dönemi. Yani eğer aday olacaksa bir dördüncü dönem daha Cumhurbaşkanı olmaya çalışacak. Ve bize göre anayasa buna izin vermiyor. Biz bununla ilgili dilekçemizde 2023 seçimlerinden önce Yüksek Seçim Kurulu’na verdik. Dedik ki; “2014’te ki seçilmiştir, birinci dönemidir. Dolayısıyla şu anda zaten ikinci dönemdir. O günkü Anayasaya göre hakkı değildir” dedik. Dedik ki YSK; “Yoo, 2017’de Anayasa değişti, kilometreyi sıfırladık.” Eee? “Yeni Anayasa’dan sonra da bir defa seçildiği için bu sefer de seçilebilir” diye YSK kendine göre bir yorum yaptı. E tamam YSK'nın kararı nihai karardır ama biliyoruz ki YSK'nın daha önce yasal düzenlenmelerin dışında aldığı kararlar da oldu. Ama biz, hukuk perspektifine baktığımızda bugünkü anayasanın Sayın Erdoğan'a bir dönem daha hak tanımadığını görüyoruz, birincisi bu. İkincisi AK Parti'nin kuruluş ilkeleri. AK Parti'nin kuruluş tüzüğünü ve kuruluş programını redakte eden birkaç kişiden birisi de benim. Bakın biz oraya “üç dönem” dedik. “Lider sultası olmayacak” dedik. “Daha önceki kötü örneklerden bakarak üç dönemden sonra artık tatlı bir dönüşüm olması lazım” dedik. Bunu kim için dedik? Partinin genel başkanı için söyledik. Sayın Erdoğan da bunun altında imzası var. “Üç dönem ben genel başkan olacağım” dedi, imzayı attı. Öyle akitleştik, öyle başladık. Çünkü güç bir süre sonra insanları zehirliyor. Güç yozlaştırıyor, devlet gücü kullanmak yozlaştırıyor. Mutlak güç mutlaka yozlaştırıyor. Evrensel yönetim ilkesi gereğince de AK Parti'nin kuruluş tüzüğü gereğince de şu andaki Anayasaya göre de bizim kanaatimiz zaten Erdoğan'ın yeniden aday olmaması yönünde. Ben bir eski dost olarak da öyle tavsiye ediyorum. Yani tatlı bir dönüşümle, artık başkalarının önünü açacak bir yönetimle bu ülkenin gitmesi gerektiğinin daha iyi olacağı bu ülkenin bekası için de çok daha sıhhatli olacağını buradan yine kendisine ifade ediyorum.
Kenan Taş: Evet, biliyorsunuz Türkiye'de TÜSİAD diye bir kurum var, iş adamlarının oluşturduğu. Neredeyse 500 milyar dolarlık bir büyüklüğü olan 600 bine yakın iş adamı üyesi olan bir kurum. Uzun yıllar Türkiye'de çok tartışıldı, konuşuldu. “Hükûmete ayar vermek istiyor” denildi. Sonra Erdoğan onlarla hani bir dönem çarpıştı. Sonra TÜSİAD komple bir sustu. Şimdi dün gene bir açıklama yaptılar. Siz mesela TÜSİAD'ın açıklamasını nasıl okuyorsunuz? Çünkü bir anda AK Parti böyle bir hani kendine düşman arar gibi bir anda üstüne çullandı. Hani o kadar etkisi, gücü var mı sizce? Siz nasıl okuyorsunuz bu TÜSİAD'ın açıklamasını?
Ali Babacan: Şimdi hükûmetin gerçekten hem Adalet Bakanı hem de Parti Sözcüsü tarafından birkaç saat içerisinde topa girmesi Sayın Erdoğan'ın talimatıyla olmuş bir iştir. Başka türlü ne Adalet Bakanı ne de Parti Sözcüsü gidip de kendi başlarına böyle bir refleks gösteremezler sormadan. “Acaba ne der, başımıza bir iş gelir mi?” diye korkarlar yani. Dolayısıyla Sayın Erdoğan talimatıyla verilmiş bir açıklamala diye ben bunu okudum, bir. İkincisi burada Sayın Erdoğan'a sesleniyorum. Bakın eğer birazcık basiretiniz varsa, zerre kadar bu ülkenin yarınlarını düşünüyorsanız çığlıklara biraz ses verin. Ya bu insanlar bir şeyler söylemeye çalışıyor değil mi? Bir çığlık var. Bu çığlığı bastırmak, örtmek, susturmak yerine biraz dinleyin, kulağınızı verin. Ne diyor bu insanlar? Bu insanlar diyor ki; “Ya adaletsizlik var ülkede” diyorlar. “Hukuksuzluk var” diyorlar. “Şeffaflık artık yok” diyorlar. “Bu sanayici olarak, iş dünyası olarak bizi zora sokuyor” diyorlar. Burada bir çığlık var. Bu çığlığa bir ses verin, bir anlamaya çalışın. Ve bu insanlar aynı zamanda Türkiye'de yatırım yapacak, üretecek, ihracat yapacak ve istihdam oluşturacak insanlar. Hem ekonomiyi büyütelim diyorsunuz, yatırım olsun, ihracat olsun diyorsunuz hem de yatırım olsun, ihracat olsun diye çalışacak en büyük firmaları temsil eden kuruluşun tepesine vuruyorsunuz. “Kırk” dedirtmiyorsunuz. Saatler içerisinde yükleniyorsunuz. Böyle bir şey olur mu ya? Ya ifade özgürlüğü denen bir şey var.
Kenan Taş: Türkiye'de ifade özgürlüğü var mı Ali Bey?
Ali Babacan: İfade özgürlüğü denen bir şey var dedim. İfade özgürlüğü denen bir ilke var. Önemli bir konu var ki bizim parti programımızın ilk sayfası özgürlüklerle başlar. “İfade özgürlüğü” der, “basın özgürlüğü” der, “sivil toplum özgürlüğü” der, bunlardan bahseder. Şimdi bunlardan ifade özgürlüğünü eğer yok ederseniz zaten ülkede sorunları konuşamazsınız. Sorunların konuşulamadığı bir ülkede de o sorunlara çözüm üretemezsiniz. Şimdi sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri taraf olmak zorundadır. Ama kimin tarafında olmak zorundadır? Kendi tabanlarının tarafı olmak zorundadır. Yani bugün TÜSİAD, TÜRKONFED'i de katarsak yani onun bir bağlantılı kuruluşudur biliyorsunuz. TÜRKONFED'i de katarsak geniş bir üye tabanına sahip. TÜSİAD olarak belki sayıca fazla üyesi yok. Hani büyük ve az sayıda kuruluşun temsil edildiği bir yapı ama TÜRKONFED'i de katarsak geniş bir taban var. Öte yandan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği var değil mi? TOBB var. Bütün ticarethanelerin mecburen kanun gereği üye olmak zorunda olduğu, esnafıyla, KOBİ’siyle, büyük çiftçisiyle herkesin üye olduğu bir TOBB var. Şimdi bu iki kuruluş taraf olmak zorunda. Kimden yana taraf olmak zorunda? Kendi üyelerinden yana yani çiftçiden, esnaftan, KOBİ’lerden, sanayicilerden yana taraf olmak zorunda. Onların dertlerini dillendirmek zorunda. Onlar sıkıntı yaşıyorsa bu sıkıntıyı kamuoyuna ve hükûmete duyurmak zorunda. Bunların asli görevi. Yine bu kuruluşlar demokrasinden yana, hukuktan yana, adaletten yana taraf olmak zorunda. Ama şunu da gördük ki geçmişte bazı dönemlerde bu kuruluşlar siyasette de taraf oldular. Yani siyasette de “ben bu taraftayım, ben bu taraftayım” diye taraf oldular. Şimdi bana göre bir meslek kuruluşunun, bir meslek örgütünün, iş dünyasını temsil eden bir sivil toplum kuruluşunun, siyasette siyasi partiler arasında taraf olmaması lazım. Çünkü bugün bir siyasi parti vardır, yarın bir başka siyasi parti iktidara gelir. “Hangi parti iktidarda olursa olsun bu ülkede biz hukuk istiyoruz, fırsat eşitliği istiyoruz, bu ülke şeffaflıkla yönetilsin istiyoruz” diye bunlardan yana taraf olmaları lazım. Şeffaflıktan yana taraf, fırsat eşitliğinden yana taraf olmaları lazım. Siyasi taraf olmamaları lazım. Siyasi taraf olmak siyasi partilerin işi. Eğer siyaset yapmak isterlerse gelirler, parti kurarlar, siyaset yaparlar. Daha önceki dönemlerde ara ara bunları da gördük. Zaten hükümetin bu dünkü refleksi aslında o eski dönemleri millete hatırlatan, onu çağrıştıran “Ya işte bak görüyor musunuz? Bunlar aynı. Bunlar iktidara karşı olduğu için bunu söylüyorlar” algısını toplum üzerinde oluşturmak. Öyle değil. Bakın dünkü TÜSİAD'ın açıklaması iktidara karşıtlık değil. Dünkü TÜSİAD açıklaması, hukuksuzluğa ve adaletsizliğe karşıtlık. Yargının düzgün işlememesine karşı karşıtlık. Bunu iyi okumak lazım. Hükûmetin de bu alavere dalavere yapıp algı oyunlarıyla kimseyi kendine böyle düşman olarak göstermemesi lazım. Millete de “Bak aha bunlar milletin düşmanı, bizim düşmanımız” diye kimseyi de aldatmamaları lazım. Her kurumun kendi tarihinde artıları vardır, eksileri vardır, yanlışları vardır, doğruları vardır. Ben burada ilkelerden bahsediyorum ve bugün Türkiye tablosundan bahsediyorum.
Kenan Taş: Evet, Ali Bey son birkaç tane farklı sorum olacak. Erdoğan TOGG hediye ediyor liderlere. Ne düşünüyorsunuz onunla ilgili?
Ali Babacan: Ya şöyle tabii gerçekten TOGG şu anda Türkiye'nin bir markası. Evet diyeceksiniz ki; “ya tasarımı bilmem şu ülkede yapıldı. Parçalar şu ülkelerden geliyor. Şu şuradan bu buradan…” Hani bunlar başka ülkelerden değerleniyor, toplanıyor ama evet markamız Türkiye'nin bir markası. Dolayısıyla bu önemlidir. Yani Türkiye'nin bir otomobil markasına sahip olması önemlidir. Ha yerli bir otomobil mi? O ayrı bir tartışma. Ama o tartışmaya girdiğimizde şimdi hemen algı makinesi çalışır, mekanizmalar çalışır, başka şeyler söylerler, ben gayet iyi biliyorum. Ha TOGG Türkiye'nin markasıdır. Dolayısıyla Türkiye'nin bir markasıysa, Türkiye'nin markası olan bir ürünü bir ülkenin Cumhurbaşkanı'nın başka ülkelerde tanıtması, başka ülkelerde reklamını yapması; bu olur, vardır bu. Ha şöyle bir tane TOGG değil, iki tane, üç tane, dört tane TOGG olsaydı o zaman hepsinin reklamını yapması gerekirdi, adil olması gerekirdi. Ama şu anda bir tane marka var, o da TOGG. Dolayısıyla bunun tanıtımını yapması normaldir ama ben arzu ederdim ki; 2023 seçim kampanyasında şehir şehir gezdirdikleri, futbol maçlarında turlattıkları ve seçim kampanyasının çok önemli bir unsur olarak kullandıkları bu TOGG’u hükümette, devlette daha fazla kullansalar. Mesela TOGG’a binen kaç tane bakan var bilmiyorum. Hani kameraları çağırıp böyle kameraların önünde bir haber olsun diye kullananları saymamak lazım. Yani günlük gerçekten bakanlığa giderken gelirken, hani elektrikli araçtır. Evet şehir dışı ulaşımında belki o kadar kolay kullanılmayabilir ama şehir içinde her türlü ihtiyacı karşılayan bir araçtır. Mesela bakanların bir tane aracı da yoktur yani. Bir tane vardır, iki tane vardır, koruma araçları, şunlar, bunlar… Yani her gün sürekli olarak şehir ulaşımında kaç tane bakan TOGG kullanıyor? Bırakın bakanları…
Kenan Taş: Üç taneymiş Ali Bey. Ulaştırma, Enerji ve Aile Sosyal Politikalar. Diğerleri kullanmıyormuş. Diğer bakanlar da kullanmıyorlarmış.
Ali Babacan: Cumhurbaşkanlığının o kadar birimi var. Mesela kaç tanesi kullanıyor? Mesela bakan yardımcılarının kaç tanesi kullanıyor? Atlayalım kurumlara genel müdürlerden kaç tanesi makam arabası olarak TOGG kullanıyor? Genel müdür yardımcıları var, daire başkanları var, onların yardımcıları var. Şube müdürleri var, onların yardımcıları var. Yani devlette bütün bu saydığım ünvanların mutlaka tahsisli bir aracı var. Şimdi soruyorum, bunlardan kaç tanesi TOGG kullanıyor? Tabii ki siyasette yaptığınızı anlatacaksınız. Bir başarınız varsa bunu da milletle paylaşacaksınız. Ama sadece algı olsun diye yapmayacaksınız ya, sahici olacaksınız. Eğer TOGG’u önemsiyorsanız o zaman diyeceksiniz ki bakanlara; “Arkadaş şehir içi ulaşımda bundan sonra kendi arabamızı kullanın.” Ha yarın TOGG değil bir başka marka olursa diyelim ki bir marka daha üretildi ileride diyeceksiniz; “Bak iki tane markamız var bizim. Yarınız onu yarınız onu kullanın.” Adil bir şekilde şeffaf bir şekilde bu desteği vererek bunu götüreceksiniz. Ama şu anda üzülerek görüyorum ki bu projenin, önemli bir projenin sadece ve sadece bir siyasi kampanya aracı olarak kullanılması projenin kendisine de zarar veriyor. Hatta bir otomobil markasının tek bir siyasi partiyle çok fazla özdeşleştirilmesi belli toplum kesimlerinin o markadan uzak durmasına da sebep oluyor. Bütün bunların hesabını yapmak lazım. Ve eğer gerçekten sanayi diyorsanız gerçekten üretim gerçekten ihraç atlıyorsanız biraz sahici olmanız lazım. Bu sahiciliği şu anda biz görmüyoruz.
Kenan Taş: Ali Bey, muhtemelen bir erken seçim olacak 2026 mı olur, 2027 mi olur bilmiyoruz ama bu erken seçim olacak. Siz de seçimin özellikle merkezde ve merkez sahada önemli partilerinden bilirsiniz. Kararsız seçmenler giderek artıyor. AK Parti'den kopuşlar var, CHP'den var. Kendine yeni bir siyasi atmosfer arayan insanlar var. Sade vatandaşlarının görüşleri her an değişiyor. Zaten Türkiye'de bir %10 kararsız var ama bence o rakam %20'lerde, konuştuğum insanlar da kendilerini temsil eden bir partinin hâlâ olmadığını düşünüyorlar. Vatandaş size neden oy versin?
Ali Babacan: İşte Kenan Bey, tam da bu sebeple biz buradayız. DEVA'yız ve hazırız. Tam da bu sebeple Yeni Yol Grubunu oluşturdum. Yani şu anda Türkiye'de milyonlarca insan zamanında Sayın Erdoğan'a gönül vermiş, AK Parti'ye gönül vermiş, milyonlarca insan artık görüyorlar ki bunlar yönetemiyor, olmuyor, yapamayacaklar. Ciddi bir soğuma var ve ciddi bir gönül kırıklığı var. Milyonlarca muhafazakâr ve dindar vatandaşımız var artık Sayın Erdoğan'dan soğuyor, bir. İkincisi, merkez sağda bir arayış içinde olanlar var. Yani Rahmetli Özal'ı hayırla yad eden, Rahmetli Demirel'i, Rahmetli Menderes'i hayırla yad eden, milyonlarca vatandaşımız var. Bunlar da bir arayış içerisinde. “Ya bizi kim temsil ediyor” diyorlar. “O rahmetli Turgut Özal'ın o ekonomi vizyonunu bugün kim temsil ediyor” diye arayış içindeler. Yine rahmetli Özal'ın vicdan hürriyeti, değil mi? “İnanç hürriyeti, vicdan hürriyeti bir" derdi. “İki, teşebbüs hürriyeti, üç ifade hürriyeti” derdi. “Üç hürriyeti gerçekten samimi bir şekilde içinde hisseden ve bu ülkede gerçekten yaşanacak kim var?” diye arıyorlar. Yine gençlerimiz büyük bir arayış içerisinde. Gençlerimiz inanın o kadar umutsuz ki, o kadar siyasete küskünler ki şu anda. Bizim gençlik çalışmalar arasındaki arkadaşlarımız üniversite üniversite, lise lise şu anda bakıyorlar duruma. Gençler siyasete büyük ölçüde kafalarını, gözlerini kapatmış durdular. Çünkü “olmuyor” diyorlar ya. Kendilerini bildik bileli diyelim ki 10-12 yaşında mı siyaseti takip etmeye başladılar. Gelmişler 20 yaşına 25 yaşına, ülke hep kötüye gitmiş. Diyorlar ki; “Bu ülke olmayacak. Türkiye düzelmeyecek.” Böyle bir karamsarlığa düşmüş durumda gençler. Karamsarlığa düşünce de ne yapıyorlar? Başka alanlara da büyük bir bakıma kendilerini meşgul etmeye çalışıyorlar. Bu yasa dışı bahis, yasa dışı kumar. Aldı başını gitti ülkede gerçekten. Uyuşturucu bağımlılığı gittikçe artıyor. Kesesine göre. En yoksul aileye göre de maalesef bu madde var. En geliri iyi olana da uygun madde var. “Sen paradan haber ver” diyor. “Kaç liran var, tamam” diyor. “Senin cebindeki paraya uygun bende uyuşturucu var” diyor. Şimdi böyle bir ülke haline geldik. Bakın bu mudur başarı Allah aşkına ya? Ekonomideki başarı bu mudur? Tüm OECD ülkeler içerisinde ne işte ne de istihdamda olan gençlerin sayısı en fazla Türkiye'de ve OECD ortalamasının iki misli. Ne işte ne de eğitimde olan gençlerimizin durumu bu. Bahis, kumardan bahsettik. Allah aşkına şuna bakın ya. Yasa dışıyla yasa içi kumar sitesi. Kumarhane açmak Türkiye'de yasak 1990'lardan bu yana. Herkesin cep telefonunun içine kumar makinesi koydu bunlar. Niye? Kendilerine yakın olan birileri kazansın diye. “Yasa dışıyla mücadele ediyoruz” diyor. Niye? “Yasa dışı çoğalınca benim kankamın geliri düşüyor” diyor. Onun için yasa dışıyla mücadele ediyoruz. Kumara karşılıklı falan değil burada. Bakın yasa dışıyla, yasanın farkı var mı ya?
Kenan Taş: Ali Bey siz iktidarda olsanız kumarı serbest bırakır mısınız devlet kontrolünde?
Ali Babacan: Şimdi biz bakın biz özgürlüklerden yanayız. Ancak devletin görevi aynı zamanda gençleri korumaktır, aile kurumunu korumaktır. Gençleri koruyacak ve aile kurumunu koruyacak bir şekilde gerekli tedbirlerle ve gerekli sınırlamalar içerisinde biz özgürlük alanını açarız. Çünkü bizde yasakçı bir zihniyet yok. Biz özgürlükçü, hürriyetçi bir siyasi partiyiz ama eş zamanlı olarak da aile kurumunu önemseyen gençlerin yanlış alışkanlıklara ve kendilerini de ailelerini de sıkıntıya sokacak alışkanlıklara yol açacak konularla muhatap olmasına da karşıyız. Dolayısıyla biz ne yaparız? Gerekli yaş sınırlamasını yaparız. Ne yaparız? Gerekli internet üzerinden kontrolleri yaparız. Gerekli kimlik kontrol sistemlerini kurarız. Gerçekten yetişkin ve bilerek kendi iradesiyle bu işi yapmak istiyorsa da tamamen bir yasakçı zihniyetle de hareket edemeyiz. Ama şu anda çok kolay inanın ya. Yani ilkokul çocukları geliyorlar kendi cep telefonu yoksa bile babasının annesinin cep telefonundan buralara erişebiliyorlar. Bu kadar kolay olmamalı. Hükûmet diyor ki; ben nereden ulaşacağım? Sayın Şimşek diyor; “200 bin tane web sitesi var, biz bunları kapatacağız.” Ya 200 bine ulaşana kadar sayı aklınız neredeydi arkadaş? Niye beklediniz ki? Bin olunca kapat. İki bin olunca gene kapat. Niye 200 bine ulaşmasını beklediniz? Niye kankanızın yasal bir şekilde herkes açık bir şekilde bunu oynatmalarına izin veriyorsunuz? Çünkü samimiyet yok. İş para olunca akılları karışıyor. İşte İsrail ile ilişkiler değil mi? Ya Allah aşkına bakın bütün dünya şimdi karşı çıkıyor. Gazze konusunda dik duruyor. Kaç tane ülke, fakat Sayın Erdoğan'a bakın. Güney Afrika Cumhuriyeti İsrail Devleti aleyhine dava açıyor, bizimkilerin müdahil olması 7 ay 10 gün sonra. Güney Afrika Cumhuriyeti Lahey Adalet Divanında dava açıyor, İsrail hükûmeti aleyhine “sen burada soykırım yapıyorsun arkadaş” diyor. Türkiye Cumhuriyeti 7 ay 10 gün sonra ancak müdahil oluyor. Çünkü menfaat menfaat. Ya iş ticaret olunca kafaları karışıyor, akılları karışıyor. Mesele orada. Hâlâ bakın Trump diyor ki; “Ben el koyacağım Gazze’ye” diyor. Sayın Erdoğan'ın Trump'ın ismini ağzına alarak bu konuda ilgili kurabildiği tek bir cümle yok. Netanyahu onun için kolay tamam ona vur. Yine el koyacağım diyen Amerika'nın yeni başkanı Trump ya. Trump'ın bakın ismini ağzına bugüne kadar almadı bu meselede. Bir hafta on gündür diyor ki; “Amerika'nın olacak burası. Filistinliler gitsin başka yerde otursun” diyor. “Ürdün'e geçsin, yok Mısır'a gitsin” diyor. Ürdün Kralından Mısır Cumhurbaşkanı diyor ki; “Siz bunları alın” diyor. “Çünkü orası benim artık” diyor. Bunu diyen Trump. Netanyahu demiyor ki; “Burası benim olsun” demiyor ki, Trump diyor “Amerika'nın olsun” diyor. Niye Sayın Erdoğan tek kelime edemiyor? Bakın şu andaki sistem var ya o kadar tehlikeli bir sistem ki inanın, ülkenin bekası için o kadar tehlikeli ki. Tek bir kişiyi etki altına aldığınızda 85 milyonluk bir ülkenin etkisini sıfırlıyorsunuz. Parlamentosunu zayıflatan, yargısı tamamen talimatla hareket etmiş hale düşürülen bir ülkenin, tek bir kişinin bütün yetkiyi elinde topladığı bir ülkenin dik durup durmaması tamamen o kişinin ne kadar etki alanına girip girmediğiyle ilgili bir meseledir. Ya insandır ya bir kişidir. Şimdi Sayın Erdoğan diyebilir mi ki; “Arkadaş benim parlamentom var. Ya bizde yargı var. Bak yargı bizim yasalara aykırı” diyebilir mi herhangi bir konuda? “Ya ben istiyorum ama parlamentodan” geçmez, diyebilir mi? Diyemez. Çünkü mevcut sistemde dünya biliyor ki; yetki onda. Bir kişiyi etkileyin 85 milyonluk ülkeyi etki altına alın. Çok tehlikeli inanın ya. Çok korkuyorum ben bu ülke için de korkuyorum, içinde bulunduğumuz coğrafya için de korkuyorum. Bir kişi üzerinden koskoca ülkenin idare edilmesi ya da karar aldırılması bu ülkenin şu anda en önemli beka meselesi haline gelmiştir.
Kenan Taş: Evet. Ali Bey çok çok teşekkür ederim. Çok sağ olun. Sorularıma içtenlikle verdiğiniz cevaplar için. Var mı eklemek istediğiniz bir şey Ali Bey?
Ali Babacan: Burada bakın tek kişi diyorum ya bakın, tek kişi meselesi sadece Sayın Erdoğan'la ilgili değil. Bakın tek kişi meselesi kafası tek kişide olan, yani zihnen Erdoğan gibi olan herkes için ben bunları söylüyorum. Mesele sadece Sayın Erdoğan'la ilgili değil. Mesele sistem meselesi. Onun için diyoruz ki; Türkiye'de mutlaka Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem lazım. Denge kontrol mekanizmaları lazım. Evet demokrasi çok kıymetli bir yönetim sistemidir ama demokrasi sadece sandıktan ibaret değildir. Demokrasi der ki sandık kutsaldır ama “Ben seçildim kardeşim sandıktan çıktım, aklıma geleni yaparım, hukuk da dinlemem” dediğinizde o zaman o ülke bataklığa doğru sürüklenir. Demokrasi kıymetlidir ama aynı zamanda ifade özgürlüğüyle beraber kıymetlidir. Demokrasi kıymetlidir ama hukuk devletiyle kıymetlidir, hukukun üstünlüğü ilkesiyle kıymetlidir. Ve bir ülkeyi yöneten insanın bu ülkenin cumhurbaşkanı olur başbakan olur, mutlaka hukukla ve süreyle sınırlı olması lazım. Şu andaki sistemde hukuk sınırı zaten tanımıyorlar, dikkat edin süre sınırı da kaldırmaya çalışıyorlar. Artık bu sistem olmaktan çıkar. Sistemsizliğin kendisidir. Sistem değişmedikten sonra tekrar diyorum Erdoğan gider, Merdoğan gelir ama ülkede hiçbir şey düzenlesin.
Kenan Taş: Evet Sayın Ali Babacan çok çok teşekkür ederim yayına katıldığınız için çok sağ olun.
Ali Babacan: Ben teşekkür ediyorum sağ olun.
Kenan Taş: Görüşmek dileğiyle. Evet DEVA Partisi Türkiye'de önemli siyasi partilerden birisi ve Ali Babacan uzun yıllar devlette görev yapmış bir isim. Onunla hem ekonomiden siyasete adaylık süreçlerinden ittifaklara ittifaklardan Türkiye'nin atmosferine kadar birçok soruyla ilgili içtenlikle sorularımıza cevapladı. Teşekkür ediyoruz kendisine de.