Ali Babacan NOW TV Çalar Saat programı
Ali Babacan: Mustafa Bey yanılmıyorsam Kayseri'de ticaretle uğraşıyor, sanayi ticaret. Şu anda ne yaptığını bilmiyorum ama eskiden bildiğimiz Elitaş onu yapıyordu.
İlker Karagöz: Kayserililer ekonomiyi iyi bilir ama vatandaşın haliyle ilgili söylediği cümleler var. Efendim biz anlayamadık. Birlikte dinleyebilir miyiz? Sayın Elitaş ne diyor? “Yani biz size zam yapsak zaten tasarruf da yapmayacaksınız. O parayı da nereye harcayacağınızı bilemezseniz ekonomi altüst olur” diyor galiba. Bir dinleyelim. Sayın Babacan'dan yorumunu almak istiyoruz.
VİDEO
İlker Karagöz: Asgari ücrete zam yapmayacaklarını çok net bir şekilde anlıyoruz. Bir de mutluluk hesabı yapıyor. Yani geçici heveslerin içinde olmasın insanlar diye halkı toplumu herkesten daha fazla düşünerek bir matematik mi yapıyor? Ne yapıyor? Ne diyor Sayın Elitaş?
Ali Babacan: Şu anda Türkiye'de halkımız mutlu mu değil mi? Bunun ölçümünü yapan bir araştırma var. Bunu kim yapıyor? TÜİK yapıyor.
İlker Karagöz: İnanırsanız inanmazsınız.
Ali Babacan: Ama TÜİK'in bile saklayamadığı bir gerçek var ki şu anda halkımız son 20 yılın en mutsuz anını yaşıyor. Bakın daha dün açıklandığı için 19 numaralı grafik. Bakın. Görüyorsunuz değil mi? 2003'te bile ilk TÜİK'e bu ölçümü yaptırdığımızda ki bunu biz başlattık. Yaşam Memnuniyeti Anketi’dir bu. İlk defa Türkiye'de devlet hizmetlerinden vatandaş memnun mu değil mi? Bunu ölçen bir çalışma başlattık yıl 2003. O gün ölçtüğümüzde yüzde 59.6 idi vatandaşlarımızın mutluluk oranı. Dün açıklanan rakam da düşmüş 49'a. Grafik görüyorsunuz aşağı doğru tepetaklak iniyor. Şimdi gelelim bu asgari ücret enflasyon tartışmasına. Tabii tartışmanın bir cehalet yönü var. Yani bilmeden konuşan bir sürü insan var. Bir de işin teknik, bilimsel ve hayatın gerçeğiyle ilgili yönü var.
İlker Karagöz: Sayın Elitaş bilerek mi konuşuyor peki? Sizin anladığınız nedir?
Ali Babacan: Şimdi enflasyonun iki kaynağı olur. Bir, maliyet taraflı enflasyon. Yani maliyetler artar, maliyetler artınca fiyatlar artar. İkincisi de gerçekten bir ülkede vatandaşların geliri çoktur. İnsanlar parayı koyacak yer bulamıyordur. Onun için elindeki parayla alışverişi gidiyordur, saldırıyordur sağa sola ve o yüksek talepten enflasyon artar. Allah aşkına Türkiye'nin gerçeklerine bakıp da yüksek talep var, bunun için enflasyon oluyor denilebilir mi? Bakın Türkiye'deki enflasyonun gerçek sebebi, çok rakamlara boğmak istemiyorum ama ekonomide de rakam olmayınca, gerçek olmayınca herkes atıyor tutuyor. Bakın şöyle arka arkaya, şöyle 3 ve 4 no’lu grafiği görebilirsek Türkiye'deki gerçek enflasyonun sebebine bakın. Enerji, OECD'de en yüksek enerji maliyeti Türkiye'de artmış. Enerji A'dan Z bütün fiyatları yukarı doğru itiyor. Enerji demek ne demek? Tarımda traktörün yaktığı mazot demek. Ne demek? Sanayide makinenin yaktığı elektrik demek. Bütün enerji, enflasyona baktığımızda bir numara biziz. Yine yanlış tarım politikaları sebebiyle bir sonrakine geçelim. Gıda enflasyonunun bütün OECD'de en yüksek olduğu ülke biziz. Bakın yani mukayeseyle böyle %1'lik, 2'lik falan değil. Türkiye'nin enflasyonuna bakın. Peki gıda enflasyonu kötü tarım politikaları yüzünden arttı ama aynı zamanda enerji enflasyonuyla beraber düşündüğümüzde döviz kurunun patlamasıyla da arttı. Asıl Türkiye'de şu anda enflasyonun ana sebebi ta Damat döneminden başlayan yanlış ekonomi politikalarıdır. Yani Sayın Erdoğan'ın, “Ben ekonomistim, alanım ekonomi” deyip Merkez Bankası'na yanlış talimatlar vermesi, döviz kurunun patlaması ve döviz kurunun patlamasıyla beraber gelen o maliyet artışının hala fiyatları yükseltmeye devam etmesidir. Yani Türkiye'de enflasyonun ana sebebi talep değildir, maliyettir. Bunun da esas sebebi döviz kurunun artmasıdır. Gerçekten döviz kurunun artması paramızı pul etti. Bakın ben hep yanımda bu 200 lirayı taşıyorum. Değeri kalmadı. Bunu ilk tedavüle çıktığı günkü değeri 134 dolar. Bugün inmiş 5 dolara. 134 dolardan 5 dolara inmiş bir paradan bahsediyoruz.
İlker Karagöz: O tarihe götürelim mi sizi? Gazeteci Murat Öztekin arşivinden bizimle paylaşmış olduğu dersimiz ekonomi dediğimiz bir fotoğraf gelsin. Hatırlıyor musunuz bugünü?
Ali Babacan: Evet burası bir ilkokul ve biz paradan altı 0’ı atacak idik. Ne zaman? 2004 yılının sonunda. Paradan altı 0 atmadan önce yeni lirayla ilgili bir kampanya başladık. Bir tanıtım ve eğitim kampanyası. Bu duraklarımızdan bir tanesi de bir ilkokuldu. Ve o günün Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Bey'le beraber ilkokulda paradan 6-0 atınca yeni paralar ne olacak bunu anlatıyoruz. Bu hangi yıl? Daha 2004'ün içindeyiz. Ama 2004 sonunda da 6-0 atılacak. 6-0 atıldığı zaman işte 20 milyondu bu inecek 20'ye. 10 milyondu inecek 10'a. Bunun eğitim ve tanıtımını yapıyoruz ki insanlar birden şok olmasın. Ne oldu bizim 6-0 nereye gitti. Yeni para birbirine nasıl alışacağız diye. Hani mümkün olduğunca bir farkındalık oluşsun diye bir program yapmıştık. Bu o yıllardan bu 2004. Ama 200 lira yok dikkat ederseniz orada yok. 200 liranın tedavüle çıktığı yıl ise 2009. 2009'da bu 134 dolardı şimdi inmiş 5 dolara. Şimdi Elitaş’mış şuymuş buymuş bunlar ne derse desinler. Türkiye'deki enflasyonun ana sebebi döviz kurunun artmasıdır. Döviz kuruyla beraber enerji, gıda ve bütün maliyetlerin artmasıdır. Maliyet artınca aşağıdan maliyet fiyatları yukarı doğru itmiştir ve fiyatlar artmıştır. Dolayısıyla asgari ücretin şöyle ya da böyle olması Türkiye'de enflasyonu çok etkileyen bir unsur değildir. Bir miktar etkiler ama çok değildir. Bunu tecrübeyle de yaşadık. Nasıl yaşadık? Benim ekonominin başında olduğum bütün yıllar boyunca asgari ücret gerçekleşen enflasyonun hep üzerinde arttırılmıştır. Hatta enflasyon tek haneye indiği yıllarda %25-30 gibi biz asgari ücrete artışlar yaptık. Ve o zaman da diyorlardı bazıları diyorlar ki “Ya bu asgari ücrete bu kadar zam yaparsak enflasyonist olur mu olmaz mı?” O zamanlar da bunlar konuşuluyordu. Burada önemli olan asgari ücretin Türkiye'deki yaşam şartlarıyla olan mukayeseli halidir. Deseniz ki bugün asgari ücreti 100 bin lira yapalım. 100 bin liralık bir asgari ücret evet enflasyonist olabilir. Çünkü gerçekten birden alışveriş artar. Ama asgari ücretin açlık sınırında olduğu bir ülkede asgari ücrete yapılacak böyle %10'luk, %20'lik, %30'luk artışların enflasyona etkisi olmaz. Defalarca biz bunu gördük, yaşadık. Bakın şu anda asgari ücretin geldiği durumu 10 no’lu grafikten açık bir şekilde görebiliyoruz.
İlker Karagöz: 10 no’lu grafiğe geçmeden ben reklamlara gitmeden önce izleyicilerimize dedim ki 26 Şubat 2019'a götüreceğiz sizi. Yani sanki milyon yıl geçmiş gibi üzerinden. Rakamlara birlikte bakmak istiyoruz. Yine teşekkür ediyorum gazeteci Murat Öztek'e. İşte bakın fiyatlar bu şekilde. Patates 2 lira, domates 3 lira, kabak 3 lira, salatalık 4 lira, patlıcan 4,5 lira. Böyle kalem kalem, nohut 2 kilogram 11 lira. Yani burası bir taraftan tanzim satış noktaları. Diğer taraftan çarşı pazara çıktığımızda rakamlar böyleydi. 2019'da ne oldu da 2025'e geldiğimizde biz böyle feci rakamlarla karşı karşıyayız.
Ali Babacan: 2019'da ne oldu? 2019 yılı demek partili taraflı Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin Türkiye'de başlamasıdır. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi'nin başlamasıdır. Sayın Erdoğan'ın tek yetkili olarak bağımsız kurumları ortadan kaldırdığı bütün ekonomiyi kendi şahsi talimatlarıyla yönettiği bir dönemdir. Ve o dönemdedir ki Merkez Bankası'nın politikaları artık çöpe atılmıştır. O dönemdedir ki bağımsız kurum kalmamıştır. O dönemdedir ki hatırlayalım aynı yıl damadın ekonominin başında olduğu yıldır. Nepotizmin artık ağır bastığı bir yıldır. Dolayısıyla 2018-2019 derken o günkü yanlış politikalar enflasyonu patlattı gitti. Bakın şu kırmızı çizgi açlık sınırı. Eskiden neymiş? Üst üste çakışıyormuş. Hatta 2021'de dahi açlık sınırının üzerinde bir asgari ücret var. 2 bin 652 açlık sınırı, 2 bin 825 asgari ücret. Makas açılıyor, açılıyor, açılıyor. Bir yıl boyunca açlık sınırının altında bir asgari ücret var. Bir yıl boyunca. Ocakta asgari ücreti arttırıyorlar ama ocağın sonunda asgari ücret yine açlık sınırının altında kalıyor. Açlık sınırı 22 bin 131 bin, asgari ücret 22 bin 104.
İlker Karagöz: Efendim 2025 yılını asgari ücretli hem de ara zamsız nasıl geçirecek? 2025 yılı 2024'ten nasıl daha iyi olacak bu durumda?
Ali Babacan: 2025 yılı 2024 yılına göre vatandaşlarımızın sıkıntıyı daha çok hissedeceği bir yıl olacak maalesef.
İlker Karagöz: Daha zor… 2024 zordu, 2025 daha da zor olacak diyorsunuz.
Ali Babacan: Evet, daha da zor olacak. Çünkü niye? Bakın, 18 bin 979 lira açlık sınırına karşı bakın, şuraya bakın ve bu gittikçe açılacak, açılacak, açılacak. Temmuz’da da asgari ücrete ara zam verilmeyeceği için bu yıl açlık sınırı artmaya devam edecek fakat asgari ücret sabit kalacak. Onun için biz ne dedik? 1 Temmuz'da mutlaka ara zam gerekir dedik asgari ücrete. Asgari ücrete 1 Temmuz'da ara zam verilmediği bir yıl pek yoktur yakın tarihimizde. Yani 20 yıldır bu yılların çoğunda asgari ücrete mutlaka 1 Temmuz'da bir ara zam verilmiştir. Enflasyonun tek haneye indiği yıllarda bile mutlaka 1 Temmuz'da bir ara zam verilmiştir %2-3. Çünkü eğer siz ara zam vermezseniz ve yıl sonra kadar beklerseniz o zaman asgari ücretlinin hakkından refahından çalmış olursunuz. Enflasyon her ay, her ay, her ay artmaya devam ederken asgari ücretin yıl boyunca 12 ay boyunca sabit kalması asgari ücretlinin hakkından çalmaktır. Zaten ne oldu? Geçenlerde biliyorsunuz Diyanet İşleri Başkanlığı da fetva verdi. Dedi ki “Artık Türkiye'de asgari ücretli ve emekli fitre alabilir” dedi. Yani resmen devletin bir başka kurumu tescil etti ki bugün Türkiye'de asgari ücretli ve emekli yoksulluğa muhtaç yoksul oldu fakir fukaralık ülkede arttı. Fitreye, sadakaya, zekata muhtaç bir asgari ücretli ve emekli var artık Türkiye'de. Ve neye rağmen? Geçen yıl 2024 yılını biliyorsunuz Emekli Yılı ilan ettiler. Emekliler için ilan ettikleri yıl emeklilerin belki de en çok zorluk çektiği, perişan olduğu bir yıl oldu. Bir sonrakine geçersek bakın bir daha en en düşük 11 no’lu grafikte de en düşük emekli maaşıyla açlık sınırını mukayese ediyoruz. Bakın burada durum daha kötü çok daha kötü çünkü 14 bin 469 lira en düşük emekli maaşı, açlık sınırı 22 bin 131 burada makas çok daha fazla açılıyor. Yani Emekli Yılı ilan ettikleri bir yıl emeklimizin yakın tarihte en büyük sıkıntıyı çektiği yıl oldu. Hatırlayalım bir zamanlar Türkiye'de emekliler emekli maaşıyla rahat geçinirdi. Hatta bir kenara para ayırabilirlerdi. Yurt dışında tatile çıkarlardı, emeklilerimiz bunu yaparlardı. Emekli ikramiyesiyle ev alınırdı, araba alınırdı. Yani emekli olan vatandaşlarımız bugünleri hatırlar. Emekli ikramiyesiyle gider bir ev bir araba alabilirdi. Bugün bunlar hayal. Ev almak, ev sahibi olmak vatandaşlarımızın kahir ekseriyeti için artık Türkiye'de bir hayal. Ama şunu da söyleyeyim bakın bunların hepsinin çözümü var. Ev almak hayal diyorum ama ucuz konut nasıl yapılır? Hepsinin çözümü var.
İlker Karagöz: Bir tahlil daha isteyeceğiz efendim sizden. Tabii ekonomiyi bolca konuşacağız. Şu anda ekran karşısında olan izleyicilerimiz emeklilerimiz özellikle siz emekli olduğunuz zamanda Sayın Babacan'ın da altını çizdiği gibi bir ev bir araba alabilme imkânınız vardı, olmuştu. Buna dair geçmişten bize yine örneklerle anlatabilirseniz seviniriz. Para pul bugün başlığımız. Şimdi habere geçmeden önce 2024 senesi Emekliler Senesi. 2025 senesi ne senesi?
Ali Babacan: Aile Senesi. Allah aileleri korusun diyorum. 2024'ü Emekli Yılı ilan edip emekliyi perişan eden bir hükûmet 2025 yılını Aile Yılı ilan edip umarım ki Türkiye'deki aile kurumunun daha da zayıfladığı, ailelerin daha da sıkıntıya girdiği bir dönemi yaşamayız. Gerçekten şu anda aileyi korumak için ve aile kurumunu yaşatmak için insanlar çabalıyor. Çok çırpınıyor ama şartlar o kadar kötü ki hem sosyal ve kültürel ortam hem de ekonomik şartlar ailelerin büyük sıkıntılar yaşamasını şu anda beraberinde getirdi. Sosyal ve kültür açısından baktığımızda bu gündüz kuşağı programları var biliyorsunuz. Gündüz kuşağı programları hem de hükûmeti destekleyen, hükûmete de oldukça yakın iş insanlarının sahibi olduğu televizyon kanallarında 3-4 yaşındaki çocukların bile rahatça zaplayıp izleyebileceği kanallardan bahsediyoruz. Bu sabah kuşağı programlarındaki temalar, işlenen konular aile kurumunun tam da özüne kastediyor bir. İkincisi aile diyoruz ama Türkiye'deki hane başına yaşayan insan sayısı gittikçe azalıyor. 2024 yılı son yıllarda en az sayıda bebeğin doğduğu yıl oldu. Ve kadınlarda doğurganlık hızı denen bir ölçüm vardır. Yani hayatı boyunca sahip olduğu ortalama çocuk sayısıyla da bağlantılı bir rakamdır bu. Şu anda Türkiye'de bu rakam Fransa'nın altına düştü. Avrupa Birliği dediğimiz Fransa dediğimiz bir ülkeden daha düşük. Çünkü insanlar evlat sahibi olmaktan artık korkuyor, çekiniyor.
İlker Karagöz: Yazıyorlar efendim. Çocuklarımıza karşı mahcubuz diyorlar.
Ali Babacan: “Ben çocuğumu nasıl okutacağım” diyor. Eğitim masrafları almış başını gitmiş. Gerçekten şu anda aile kurmanın çocuk sahibi olmanın ekonomik olarak çok zor olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bugün en basit bir düğün. En basit şöyle bir evlilik merasimi. Baktığınızda, çarptığınızda, topladığınızda, ev eşyasıyla, şununla bununla 500 bin liradan başlıyor, 1 milyona kadar tabii ucu yok, sonu yok ama çok çok büyük maliyetler. Dolayısıyla gençler evlenmekten çekiniyor, korkuyor, param yok diyor. Evlenseler çocuk sayısı konusunda…
İlker Karagöz: 14 Şubat mesajını gördünüz Aile Bakanlığı'nın. “Seviyorsanız Evlenin Bence” diye bir paylaşımı oldu. Keşke insanlar sevdiklerine kavuşabilseler. Sonra da mutlu mesut bu puldaki gibi güzel bir hayat sürdürebilseler. Efendim şimdi bu pulun satış fiyatı 29 lira. Ben sabah müdürümüzden rica ettim. Hakkını da helal et dedim. 29 liraya alırız zannettim. Ama neticede işin içine zarf da girdi, işin içine kargo da girdi. 152 liraya mal oldu bize. Bir kere bunu söyleyelim. Zeray bir kez daha teşekkür ederim. İşte siz 2025 senesinin aile pulundan hatıra olsun, koleksiyonumda olsun diye almak isterseniz ödemeniz gereken bedel 152 lira. Onun bir hatırlatmasını yapalım. Sonra eriyen pul olan paramızdan söz edeceğiz. Önünüzde de işte görüyorsunuz 5, 10, 15, 20 20 lira. Buraya fazla fazla koymuşum ben hatta. Ve 20,5 20 lira 80 kuruş koydum. Aile Bakanlığı'nın destek için verdiği para aslında günlük 20 lira 78 kuruş. 2 kuruş daha fazla koydum. Bir tarafta pul olan paramız diğer tarafta “Bizim pul kadar değerimiz yok mu” dedirten çıkışlar var. Haberimiz hazır efendim. Sonra o 200 lira üzerinden de pul olan paramız üzerinden de bir hesap yapmanızı isteyeceğiz. Ekranlarınızda gelsin Aile Bakanlığı'nın 2025 senesinin o hatıra pulu.
İlker Karagöz: Efendim şimdi işte bir pul, pul olan paramız erip giden bizim maaşlarımız.
Ali Babacan: Şimdi bu sorunları konuşuyoruz ama aslında çözülmesi de çok basit olan konuları konuşuyoruz. Bakın bu ülkede 34 yıl boyunca çok yüksek enflasyon yaşandı. 2 haneli 3 haneli enflasyonlar yaşandı. Fakat 2003 ve 2004 yılında 2 yılda bu enflasyon tek haneye indi ve yıllarca tek hanede gitti. Bu nasıl oldu? Bu Merkez Bankası'nın bağımsız bir şekilde çalışmasıyla gerçekleşti. Ne zamanki Merkez Bankası'na müdahale etti Sayın Erdoğan enflasyon Türkiye'de arttı. Aynı zamanda nasıl gerçekleşti Avrupa Birliği sürecinde özgürlüklerle, hukukla, adaletle gerçekleşti. Sadece ekonomi politikası ile bakın enflasyon düşmüyor. Aynı zamanda ifade özgürlüğü ile hukuk ve adalet konusunda Avrupa Birliği standartlarına doğru yürüdükçe enflasyon düşüyor. Bunlar birbiriyle çok ilgili konular. Artı yapısal reformlar. Bakın şu anda Türkiye'de israf çok büyük. Sayın Cumhurbaşkanı gitti Asya gezisine 3 tane ayrı uçakla. Arabalar ayrıca uçağa bindiriliyor arabalar önden gönderiliyor. Böyle bir şey yoktu eskiden.
İlker Karagöz: Sizin zamanınızda itibardan tasarruf olmaz demiyor muydu?
Ali Babacan: “İtibardan tasarruf olmaz” ifadesi aslında bana verilmiş bir cevaptır. Çünkü ben o gün diyordum israf çoğaldı. Tasarruf etmemiz lazım diyordum gazetelerde boy boy manşet oluyordu, tasarruf tasarruf diyordum. O bana verilmiş bir cevaptı, itibardan tasarruf olmaz.
İlker Karagöz: Siz o zaman parti içindeydiniz.
Ali Babacan: Ben Başbakan Yardımcısıydım.
İlker Karagöz: Başbakan Yardımcısıydınız size yanıt verildi.
Ali Babacan: İsrafın arttığını görüyordum. Yazık diyordum bakın bu yanlış. Bugün israfı önlemenin en kolay yollarından birisi nedir biliyor musun? Avrupa Birliği'nin Kamu İhale Mevzuatı’nı yani Kamu Alımları Yasası’nı getirip Türkiye'de uygulamaktır. Bugün tam 28 ülke aynı yasayla alım yapıyor. Yollar, köprüler, barajlar, tüneller hepsi için tek bir yasa uygulanıyor bütün Avrupa Birliği'nde. Ben soruyorum buradan hükûmete, Sayın Erdoğan'a, niçin onu gelip aynen uygulamıyorsunuz? Sayın Cevdet Yılmaz, Sayın Mehmet Şimşek, niçin Avrupa Birliği'nin Kamu Alımları Yasası’nı gelip Türkiye'de uygulamıyorsunuz? Bunu uygulayın, bakın nasıl ucuza mal olacak her şey, görün. Devlet nasıl tasarruf edecek o zaman görün. Deprem konutu yapıyorlar inanın, bir liraya mal olacak konutu iki liraya, üç liraya mal ediyorlar. 200 bin konut yaptım diyor, değil mi Sayın Erdoğan? İki yılda 200 bin. Bir yılda 300 bin yapacağım diyordu, yapamadı, ayrı. Yılda 100 bin, 100 bin, 200 bin oldu şu ana kadar. İnanın biz o parayla değil 200 bin, tam 400 bin konutu yapardık. Yeter ki o konutlar böyle yarışmayla kim ucuza verirse o müteahhitte verilse.
İlker Karagöz: Bu şimdi mesela iş bilmezlik olarak mı adlandırılır başka bir tanımı var mı bunun?
Ali Babacan: Burada eş, dost, ahbap kayırmacılığı. Ve açık şeffaf yarışmayla değil, adrese teslim ihalelerle bu iş oluyor.
İlker Karagöz: Şeffaflığa bakalım o zaman.
Ali Babacan: Evet şeffaflıkta geldiğimiz durum. Yani Türkiye'ye bakın şeffaflık da ilerlemiş, ilerlemiş... Avrupa Birliği sürecinde, ben Avrupa Birliği Baş Müzakerecisiydim bu dönemde biliyorsunuz. Şu 2004, 2005, 2006, 2007 bir bakın. Aynı zamanda mutluluk endeksinin de nispeten yükseldiği yıldır 2007. İnsanların en mutlu olduğu yıllardan birisidir deminki grafikte. Saydamlıkta artmıştır ama ondan sonra tepe taklak saydamlıkta aşağıya doğru gidiyor Türkiye. Bunu kibarlık olsun diye adına Şeffaflık Endeksi deniyor. Bunun aslında diğer adı Yolsuzluk Algı Endeksi’dir.
İlker Karagöz: Niye öyle yazmadınız? Nagif mi davranmak istediniz burada?
Ali Babacan: Yani şöyle, bunu ölçen Uluslararası Şeffaflık Derneği ve onlar şeffaflık diye yayınlıyor. Ama OECD, Dünya Bankası gibi kuruluşlar bu rakamı aynen alıyor, Yolsuzluk Algı Endeksi diye yayınlıyor. Biz orijinal kendi verisinden aldık.
İlker Karagöz: Bu aslında Yolsuzluk Algı Endeksi’dir.
Ali Babacan: Evet, algılanan yolsuzluk. Yani ne kadar yükselirse şeffaflık o kadar yolsuzluk azalıyor demek. Şeffaflık düştükçe de yolsuzluk yükseliyor demek. Şeffaflık aynı zamanda bakın, alışveriş sepeti değil mi?
İlker Karagöz: Evet. Bizim mini alışveriş sepetimiz. Market sepetlerinin ne kadar küçüldüğünü gösteriyor. Araçlarımız da Sayın Diyanet İşleri Başkanı'nın temsili makam araçları. “Bana 17 milyon liralık aracı çok gördüler” diye sitem etmişti ya biz de hatıra olsun diye masaya koydum.
Ali Babacan: TOGG yok değil mi bunların içerisinde? TOGG var mı?
İlker Karagöz: TOGG yok efendim.
Ali Babacan: Mesela TOGG değil mi? Niye bakanlar TOGG kullanmıyor? Niye genel müdürler devlette TOGG kullanmıyor?
İlker Karagöz: Uzun menzilli olanlarından versinler mesela.
Ali Babacan: 2023 seçim kampanyasının en önemli aracıydı değil mi TOGG? Gerçekten yerli bir markamız doğru ama iş pratiğe gelince, uygulamaya gelince oralara yanaşmıyorlar. TÜİK'in alışveriş sepeti bakın. TÜİK'in yasasını ben çıkarttım. Tamamen bağımsız bir kurum halinde kurduk TÜİK. Eskiden Devlet İstatistik Enstitüsü’ydü hatırlayalım. Sonra TÜİK dedik ve Avrupa Birliği standartlarında bir kurum haline getirdik. Bağımsız çalıştı TÜİK. Mesela son bağımsız TÜİK Başkanı tam 5 yıl görev yapmıştır kimse dokunamamıştır. Eskiden TÜİK alışveriş sepetindeki ürünlerin fiyatlarını yazardı. Derdi ki mandalina bu, portakal bu, elma bu diye yazardı.
İlker Karagöz: Ekranda şimdi büyük görünüyor da şöyle bir alayım.
Ali Babacan: Alışveriş sepeti küçük, evet. Ölçeği daha iyi anlaşılıyor. Alışveriş sepeti maalesef asgari ücretlinin alabildiği, emekli maaşının alabildiği sepetler böyle küçülmüş durumda. Ama şunu diyeceğim. TÜİK eskiden bütün bu fiyatları açıklardı. Derdi ki “benim bir alışveriş sepetim var. Ve bu alışveriş sepetindeki domatesin fiyatı budur, biberin fiyatı budur, patlıcanın fiyatı budur, bir gömlek budur, bir pantolonun fiyatı budur” diye. Şimdi TÜİK artık onu açıklamıyor. Onu kararttı, kapattı. Alışveriş sepetindeki ürünlerin fiyatını söylemiyor. Sadece diyor ki “Ben enflasyonu böyle ölçtüm” diyor. İnanırsanız. Ya doğruysanız, dürüstseniz alışveriş sepetindeki ürünlerin fiyatını siz niye açıklamıyorsunuz? Şeffaflık dedik ya da deminki grafikte şeffaflık… Ya da Merkez Bankası'nın aldığı döviz, sattığı döviz. Niye açıklamıyorsunuz? Ben bugün Sayın Şimşek'e, Sayın Yılmaz'a soruyorum. Sayın Erdoğan zaten bunları kararttı zamanında damatla beraber. Ama yeni ekonomi yönetimine soruyorum, siz bunları niye düzeltmiyorsunuz? diye. Ya da bir başka konu. Hazine Müsteşarlığı tarafından eskiden verilen Sanayi Yatırım Teşvik Belgeleri. Bunların tamamı resmi gazetede yayınlanırdı. Yani devlet hangi yatırıma ne kadar teşvik verdi, bunları resmi gazeteden millet açar okurdu. Bunu da artık yayınlamıyorlar biliyor musunuz? Devlet şu anda kime ne kadar teşvik veriyor bunu bilmek mümkün değil. Kararttılar. Teşvik belgelerini artık açıklamıyorlar, kararttılar. Çünkü eş, dost, ahbaba özel teşvikler veriyorlar. Kimseye vermediklerini bir firmaya verebiliyorlar. Ama açıklamıyorlar. Doğru hesaptan kaçmaz ya. Onun için şeffaflık çok önemli bakın. Şeffaflık endeksiyle mutluluk endeksi aynı. Şeffaflık endeksiyle Türkiye'nin Milli Gelir Endeksi aynı yani.
İlker Karagöz: Yapısal reformları da vurgu yapıyorsunuz. Geçtiğimiz günlerde söylediniz. “Çığlığı bastırmak yerine biraz dinleyin”. TÜSİAD. TÜSİAD itirazlarını sıraladı. Yani memlekette işlerin yolunda gitmediğini söyledi. Sesini yükseltti. “Niye sus pus duruyorsunuz” demiştiniz siz. Peşinden TÜSİAD'dan böyle bir açıklama geldi. TÜSİAD'a soruşturma geldi. Haberimizi izleyelim. Acaba hani demokratik bir ülkede eleştiri hakkı yok mu? Olamaz mı? Siyasette konuşulan kısmı, muhalefette konuşulan kısmı başka. Ne bileyim iktidarda konuşulan kısmı başka. “Türkiye eski Türkiye değil, yok öyle” gibi vurgulu cümlelerde geliyor. İzleyelim konuşalım.
HABER ---
İlker Karagöz: Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Ömer Aras şunları söyledi. “Ekonomik ve sosyal hayatta işler yoluna gitmiyor. İşte gözaltılar, tutuklamalar, adaletsizlikler üzerinden sistem çöktü sussak gönlümüz razı değil” dediler. Ve buna karşılık olarak da Adalet Bakanı'ndan hatta dün yine AK Parti'nin isimlerinden gelen yanıt açıklama “Türkiye eski Türkiye” değil. Türkiye nasıl bir Türkiye?
Ali Babacan: Şimdi gerçekten Türkiye eski Türkiye değil ama gittikçe kötüye giden bir Türkiye. Demokraside, hukuk, adalette, ekonomide gittikçe aşağı doğru tepetaklak yuvarlanıp giden bir ülke. Şimdi bu evet Şeffaflık Endeksi, Mutluluk Endeksi bir de Hukukun Üstünlüğü endeksi var. Belki onu da bu arada göstermekte fayda olabilir. Bir de 5 no’lu grafik var. O da Hukukun Üstünlüğü Endeksi. Bakın görüyor musunuz? Emsal ülkelere bakın bir de Türkiye'ye bakın. Tepe taklak gidiyor Türkiye. Şimdi bu TÜSİAD'ın açıklamasından 3-4 gün önce bir televizyon programında, bir canlı yayında genel özgürlük iklimini Türkiye'de anlatırken ben demiştim ki siyaset üzerinde yargı yoluyla baskı yoğunlaştırılıyor. Hem belediyeler üzerinde, siyasi parti genel başkanları üzerinde, gençlik kolları başkanları üzerinde aklınıza kim geliyorsa baskı yoğunlaştırıyor ve ifade özgürlükleri kısıtlanıyor. Artı sivil toplum üzerinde baskı çoğalıyor. Medya üzerinde baskı çoğalıyor. Sanat camiası üzerinde baskı çoğalıyor. Yani her hafta her hafta her hafta dikkat ederseniz yargı yoluyla insanlar susturulmaya çalışılıyor. Ben de tam bu örneği verirken demiştim ki bakın meslek örgütleri, sivil toplum kuruluşları bastırılıyor, susturuluyor, tehdit ediliyor, onun için konuşamıyorlar demiştim. TÜSİAD'dan ve TOBB’dan bahsetmiştim. Demiştim ki bakın bu kuruluşlar üzerinde de o kadar baskı var ki, bunlar dertlerini dillendiremiyorlar. Sus pus oldular. Onun için etkileri de azaldı demiştim. Tam bunlar 3-4 gün sonra TÜSİAD bu açıklamayı yaptı ve açıklamayı yaptığı gün hemen bir yargı süreci Yüksek İstişare Kurulu Başkanı ile ilgili başlatıldı. Yani benim söylediğimi teyit eden bir şey gerçekleşti Türkiye'de. Konuştukları anda hemen tepelerine yargı sopasıyla beraber bir tehdit, bir baskı oluşturulmaya başlandı. Türkiye'deki sorunun tam da özü bu bakın. İnsanlar konuşamayınca, kendilerini ifade edemeyince, “Benim derdim var, dertliyim” diyemeyince, o sorunların çözümü de imkânsız hale gelir. Siz dertliyi dinleyin, insanlara biraz kulak verin, çığlıkları duyun, bugün emeklilerin derdi var mı var, asgari ücretlinin derdi var mı var. Peki, işverenlerin derdi var mı? Onların da derdi var. Kobiler, sanayiciler gerçekten büyük sıkıntı içinde yaşıyorlar. Hukuk ve adalete güven azaldığı için iş ortamı, hukuki güvenlik açısından çok çok zor durumda. Onun için Türkiye'ye para sadece yüksek faiz için geliyor bugün. Yüksek faiz için para geliyor, yüksek faizi alıyor gidiyor. Şu andaki ekonomik modelinin özü, yüksek faize dayanan, parası olanın daha çok para kazandığı, ama parası olmayanın borcu olanın da gittikçe borca battığı bir ülke. Sistem çöküyor mu? Evet çöküyor. Zaten Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi artık sonuçları itibariyle, vatandaşın mutluluğu olsun, hukuk olsun, şeffaflık olsun, ülkeyi nasıl çöküşe götürdüğünü hep beraber görüyoruz. Hepsi böyle aşağıya doğru gidiyor. Onun için Türkiye'de sistemi düzeltmek gerekiyor. Mutlaka Türkiye'de Parlamenter Sistem’in kurulması gerekiyor ve güçlü bir Parlamenter Sistem kurulması gerekiyor. Benim endişem şu ki, Erdoğan öyle bir etkiledi ki siyaseti, bazı siyasetçiler zannediyor ki “Ben de Erdoğan gibi olursam ancak seçilirim. Ben de seçileyim, Erdoğan gibi yöneteyim”. Öyle değil. Bizim derdimiz Erdoğan gitsin, yerine Merdoğan gelsin, ama Türkiye aynı şekilde yönetilsin değil ki. Biz sistemin değişmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yani parlamentonun güçlü olduğu, hukuk devletinin yaşadığı, güçlü kurumların olduğu bir Türkiye istiyoruz. Bir kişi gelsin, bütün yetkiyi toplasın, ülkenin sorunlarını çözsün. Olmadı, olmuyor, olmayacak da yani. Bazı muhalefet partilerinde de bu eğilimi görüyoruz ve bundan da endişeliyiz.
İlker Karagöz: Efendim şimdi siyasete, yargı üzerinden baskı kuruluyor dediniz ya. Dün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, kendisi hakkında 25 yıla kadar hapis cezası da isteniyor, siyasi yasak keza öyle. Bu soruşturmaların arkasında “Erdoğan var, Sayın Cumhurbaşkanı var” dedi. Ne dersiniz?
Ali Babacan: Şimdi Sayın Erdoğan zaten yargıya müdahale ettiğiyle ilgili sinyalleri veriyor. Tutamıyor çünkü içinde, saklayamıyor yani. Mesela ne diyor? “Daha turpun büyükleri heybede” diyor. Demek ki yargıdan gelmiş birileri anlatmış ki, bakın demiş şöyle şöyle durumlar var, bunlar var falan. Ya da böyle yapmamızı ister misiniz? Böyle yapmamızı ister misiniz? Gelip kendisine anlatılmış ki, ara ara tutamıyor kendini. Yargıya müdahale olduğunu, özellikle siyasi içerikli davaları yakından takip ettiğini itiraf etmek zorunda kalıyor. Bu ilk defa da değil. Daha önce de ifadeleri olmuştur. “Ben hayatta olduğum sürece yargıyla ilgili, şu olmayacak, bu olmayacak, bu olacak, şu olacak” diye ifadeleri vardır. Dolayısıyla şu anda Sayın Erdoğan'ın tarafsız ve bağımsız çalışması gereken yargıya müdahil olduğunun kendi ifadeleri zaten bir sürü kanıtı var. Zaten tam da işin özündeki yanlış bu. Yani güçlerin mutlaka ayrı olması gerekiyor. Güçler ayrımı ne demek? Yargının bağımsız çalışması demek. Yürütmenin üzerinde yargı denetiminin olması gerek. Yani “Ben seçildim, dolayısıyla artık kimseye hesap vermek zorunda değilim. Aklıma gelir yaparım” diye bir yönetim şekli olamaz. Olsa da Türkiye'yi işte böyle kötüye götürür. Seçilmiş insanların, sandık demokrasinin kutsalıdır ama seçilmiş insanların mutlaka hukukla sınırlı çalışması lazım. Ve süreyle de bağlı olması lazım. Yani süreyle sınırlı olmayan, hukukla da kendisini sınırlı hissetmeyen bir yönetim zihniyetinin ülkeye getirdiği ve getireceği noktayı görüyoruz. Bakın inanın İlker Bey, bu ülkenin sorunlarının çözülmesi o kadar kolay ki ya. Yeter ki bir demokrat zihniyeti olsun, bir özgürlükçü akıl olsun ülkeyi yöneten. Mesela Türkiye'de konut çok pahalı değil mi? Basit bir örnek ama milyonlarca insanı etkiliyor. Kiralar uçtu gitti, konut çok pahalı. Çözümü o kadar kolay ki ya. Yani biraz insanları dinleseler, biraz o etrafında örülmüş olan menfaat şebekesini şöyle bir dağıtsalar ki bugün ben bu ülkenin Cumhurbaşkanı olayım, inanın zaten onun için istemiyorlar. O etrafındaki menfaat şebekesi de benden çok korkuyor. “Ya bunlar fazla dürüst, bunlar yemez yedirmez” diyorlar. “Erdoğan bir giderse bizim halimiz nice olacak” diyorlar. Zaten bizim sadece şu anda iktidara karşı mücadele etmiyoruz.
İlker Karagöz: Erdoğan’ın etrafında menfaat çetesi mi var?
Ali Babacan: Menfaat şebekesine karşı da mücadele ediyoruz. Bakın en basitinden imar rantları değil mi? Bugün Florida'da bir ev alın, daire alın Amerika'da, arsa payı %20-30 arasıdır. Türkiye'de %50'den aşağı düşmez. Niye bu kadar arsa pahalı Türkiye'de? Bu kadar Avrupa'nın en büyük toprakları bizde de niye bu kadar pahalı? Çünkü arsa üretimi çok yavaş gidiyor. İktidar da, maalesef belediyelerin çoğu da arsaları üretirken hep rant gözüyle bakıyorlar. Buradan imar mı geçecek? Kime ne kadar kazandıracağız? Bunun hesabına giriyorlar. İmarlı bir yer mi var? Bunun emsalini arttırıp kime ne kadar kazandıracağız? Bunun hesabını yapıyorlar. Onun için konutların fiyatı bu kadar arttı. Yani arsa payı düşse... Mesela Ankara değil mi? Ankara'dan şöyle bakın Eskişehir'e kadar dümdüz arazi. Niye bekliyorsunuz ki? Siz arsaları üretin. Hızlı bir şekilde ev için, daire için arsaları üretin. Arsa bol olsun. Bol olunca ucuzlar. Enflasyon böyle düşer yani. Bunlar yapısal tedbirdir. Bol arsa üretin bakın arsa fiyatları nasıl düşüyor. Arsa fiyatları düştüğünde bir konutun maliyetinin içerisindeki arsa fiyatı düştüğü anda konutun fiyatı düşer. Bu kadar basit. Yani 100 liralık konut iner hemen 80-70'e. Diyeceksiniz ki “Peki inşaat yapacağız. Bu inşaatın parası nereden gelecek? Ucuz finansmanı nasıl sağlayacağız?” Bu da basit. Bizim şu en son bir grafiğimiz var. Konut Finansmanı Kurumu diye. Sanırım 20 no’lu grafik. Çok basit bir şey. Konut Finansmanı Kurumu böyle grafikler falan filan siz ona bakmayın. Biz bunu Türkiye'de 6 ayda kurarız, 12. ayda da Türkiye'ye para akmaya başlar. Milyarlarca dolar para akar konut üretimi için. Ucuz ve bol kaynak… Bakın bu sistem şu anda Japonya'da var mı? Var. Almanya'da var mı? Var.
İlker Karagöz: Bizde niye yok?
Ali Babacan: Bizde yok çünkü kafa oralarda değil. Kafa başka yerlerde.
İlker Karagöz: Kafa rantta mı?
Ali Babacan: Kafa rantta, imar rantında ve menfaat şebekesi neyi istiyorsa şu anda hükûmet onu yapıyor. Bunu kurun. Bakın 6 ayda biz kurarız, 12. ayda da para akmaya başlar Türkiye'ye. Bu kadar basit. Bol ve ucuz finansmanı bulun inşaat için, arsayı da bol üretin, alın size düşük konut maliyeti. Sadece o değil bakın. Yargı reformu, sağlık, eğitim, üniversite, gençler her şey hazır. Ben onun için üzülüyorum. Çözüm bu kadar basitken, çözüm bu kadar basitken yapılmaması, adım atılmaması, belediyeler olsun, hükûmet olsun fark etmiyor, buna üzülüyoruz. Yapılabilecekken yapılmıyor. Türkiye'nin potansiyeli kullanılmıyor. Gençler yazık bakın bahisti, sanal kumardı şunlar bunlara dalmış durumda. Mülakatı söz verdiler kaldırmadılar. Sayın Erdoğan söz vermedi mi? Son seçimde “Ben mülakatı kaldıracağım” dedi. Kaldırmadılar. Çocuklar bakın KPSS'de 90 alıyor, 95 alıyor, 98 alıyor, mülakatta eleniyorlar. Mülakatta elendikleri için ve ümitleri kalmadığı için canlarına kıyan gençler var. Sanal kumara, sanal bahise dalıp canına kıyan gençler var bu ülkede. Ben buna üzülüyorum yani. Sanal kumar, sanal bahis Allah aşkına ya. Niye siz buna izin veriyorsunuz ki? Milli Piyango'nun ihaleyle şeyini verdiniz diyelim ki, lisansını verdiniz. Milli Piyango'yu alan kuruluşun cebine bir de ikinci bir lisans koydular, sanal kumar. Yasal, yasa dışı. Şimdi ne diyorlar? Yasa dışıyla mücadele edeceğiz diyorlar. Arkadaş yasa dışıyla yasalın farkı ne? Bakın iki ayrı ekran görüntüsü. Tamamen aynı. Bir de oyunun ekran görüntüsü vardı. Onu da belki bir sonraki olabilir. Oyun ekranı. Aynı.
İlker Karagöz: Bir tarafta yasa dışı var, o yasaklı ama bir de devlet eliyle bu mu var?
Ali Babacan: Devlet eliyle bu. Yani devletin izin verdiği ve iktidara yakın bir yayın politikası olan bir kuruluşun sahiplerinin sahip olduğu site. Diyor ki “Yasa dışıyla mücadele edeceğiz” diyor. Çünkü diyor ki “Bu yasa dışı çoğaldıkça benim kankamın geliri düşüyor. Onun için yasa dışıyla mücadele edeceğiz” diyor. Ne diyor Sayın Şimşek? “200 bin tane site oluşmuş, bunları kapatacağız” diyor. Niye beklediniz bugüne kadar? Ya siz her gencin cebine bir tane kumar makinesi koydunuz ya. Yazık değil mi bu ülkeye?
İlker Karagöz: Siz şu anda sağlıktı, eğitimdi, gençlerdi, yasa dışı birtakım faaliyetlerdi, ekonomi keza öyle, siyasette üretiyorsunuz. Projelerinizle hazırsınız.
Ali Babacan: Fişini çekeceksin, bitti. Bu gece. Fişini çek, bitti.
İlker Karagöz: Bir sürü insanın da hayatı kurtulur, gençlerin de hayatı kurtulur.
Ali Babacan: Yasakçı zihniyet de değil, yasakçı zihniyet de değil. Bunun teknoloji her şeye imkân veriyor. Gayet sınırlı bir şekilde, çok dar bir alanda, kimlik kontrolü ile şunla bunla, kimlik kontrolü ile şunla bunla, yine de gidip illa ben oynamak istiyorum derse, 18 yaşının üstündeyse tamam, gitsin parasını yaksın, önemli değil ama gençlerin bu kadar kolay ulaşacağı bir sistem olmamalı. Kumarhane açmak Türkiye'de yasak ta 1990'lardan bu yana. Casino değil mi, kumarhane? Bu hükûmet tuttu herkesin cebine bir kumar makinesi koydu. Bu kadar kolay ulaşabilir bir kumar dünyada yok. Böyle bir şey yok ya. Niye bunu düzeltmiyorsunuz? Çözümde o kadar basit. İşlerine gelince Twitter'ı yavaşlatmıyorlar mı? İşlerine gelince herhangi bir haber sitesinin erişimi engellemiyorlar mı?
İlker Karagöz: Instagram'dan günlerce haber alınamadı.
Ali Babacan: Ben diyorum ki Sayın Erdoğan'a, çek fişi bitir işi diyorum. Gençleri bunlarla artık muhatap etme diyorum. Yazık bu ülkenin gençlerine diyorum ama konuşturmuyor ki herkesi. Konuşturmuyor, susturuyor. Kim konuşursa... Şimdi erken seçim kararını anayasaya baktığınızda kim veriyor?
İlker Karagöz: Bir virgül koyun. Devamını Mustafa Elitaş ne zaman erken seçim olsun istiyor? AK Parti'ye ya da Mustafa Elitaş.. Kendisinden dinleyelim. DEVA Partisi'nin Cumhurbaşkanı adayı Sayın Ali Babacan ile konuşacağız.
VİDEO GÖSTERİMİ
“Bir zafiyet olur şimdi 2026'da olmayabilir ama 2027'nin sonbaharı eğer korkmuyorlarsa, cesurlarsa… o zaman yapalım.” 2027'nin sonbaharına kadar bekleyen muhalefet 2028'i mi bekleyemeyecek?
Ali Babacan: Şimdi biliyorsunuz seçime gitmenin Türkiye'de iki yolu var. Erken seçime gitmenin ya da seçimi erkene almanın diyelim, iki ifadede kullanılıyor. İki yolu var. Bir, Sayın Erdoğan'ın anayasada yetkisi var. İsterse ilan eder, Türkiye 2-3 ay içerisinde seçime gidebilir. Bugün karar alır, der ki “Ben seçime gidiyorum.” Diyor ya cesareti varsa... Kendilerinin cesareti varsa, Sayın Erdoğan yetkisini atsın imzaya hemen gidelim. Niye yapmıyorlar? Çünkü Anayasa diyor ki “Eğer kendi yetkisini kullanırsa bir daha aday olamaz. Ancak meclis seçim kararı alırsa, meclis erken seçim kararı alırsa o zaman Cumhurbaşkanı'nın bir dönem daha hakkı olur” diyor. Bu da YSK'nın yorumu. Bizim yorumumuz farklı. Bizim hukuk yorumumuz farklı. Ben sadece YSK'nın yorumunu ve uygulamasını söylüyorum. Biz ona da katılmıyoruz yani. Bizim yorumumuz şu, biz diyoruz ki, 2014 yılında Sayın Erdoğan’ın birinci dönemi doldu mu? Doldu. Birinci dönem seçildi, 2014. 2018, ikinci kere seçildi mi? Seçildi. 2023'te bile normal şartlarda aslında aday olmaması gerekiyordu. Olamaması gerekiyordu. Biz YSK'ya başvuruda bulunduk. Dedik ki; Burası hukuk devleti mi? Hukuk devleti. Sayın Erdoğan üçüncü kere nasıl aday oluyor? dedik. Mümkün mü? dedik. YSK dedi ki, “Arada 2017'de Anayasa değişti ya, Anayasa değişince biz Erdoğan'ın kilometresini buradan sıfırladık. Ondan sonra ilk dönemini saymıyoruz artık. Dolayısıyla bu daha ikinci dönemidir. Aday olabilir” dedi.
İlker Karagöz: Öyle olabiliyor mu? İstediğimizi sayıyoruz, istemediğimizi saymıyoruz.
Ali Babacan: YSK'nın daha önce örnekleri de var. Yani yasalardaki açık hükümlere aykırı kararları da var ama diyor ki aynı anayasa, “YSK'nın verdiği karar son karardır. Bu hiçbir şekilde mahkemeye götürülemez, şu olmaz bu olamaz” diyor. İstikrar açısından öyle bir maddesi var anayasanın. Dolayısıyla Anayasa’ya baktığımızda YSK'nın kararı ama genel hukuk çerçevesinde baktığımızda biz o karara katılmıyoruz. Ha uygulanıyor mu? Uygulanıyor. Şimdi YSK'nın yorumuna göre bu artık tekrar aday olacaksa üçüncü dönem. Üçüncü dönem Erdoğan’ın aday olmasının yolu da meclisin erken seçim kararı alması. Bütün bu tartışma aslında onun etrafında dolaşıyor. Yani AK Parti'den insanlar diyor ki; “Sayın Erdoğan tekrar aday olmalı”. Çünkü Erdoğan'ın etrafındaki menfaat şebekesi var ya “O giderse bizim halimiz ne olur” diyorlar yani. “Mutlaka onu bir kere daha aday yapmalıyız” diyorlar. Diyorlar ki “Biz onu söylemeyelim aman Sayın Cumhurbaşkanım, siz giderseniz ülke batar” diyorlar. Halbuki siz giderseniz biz batacağız, musluklar kesilecek testiyi dolduramayacağız diyemiyorlar, siz giderseniz ülke batar diyorlar. “Onun için aman ülkenin başında olmaya devam edin” diyorlar. Ben daha önce de yaşadığım için bütün o süreçleri iyi biliyorum.
İlker Karagöz: Tanıyor musunuz efendim bu menfaat şebekesini siz? Sizin zamanınıza da denk geldi mi onlar?
Ali Babacan: Aşağı yukarı işte kamuoyuna mal olmuş isimler var, olmamış isimler var. Bizim dönemimizde yavaş yavaş başlıyordu. Çoğalmaya başlayınca zaten biz ne yaptık? Hemen Yolsuzlukla Mücadele Yasası’nı hazırladık. Hemen İmar Rantları Yasası’nı hazırladık. Siyasi Etik, Siyasi Ahlak Yasası’nı hazırladık. Bunların hepsini hazırladık götürdük Sayın Erdoğan'a, bize ne dedi? Basına da yansıdı. “Ya senin bu dediğini yaparsam ben partiye il başkanı ilçe başkanı bulamam” dedi. O gün haber oldu bunlar. Dolayısıyla bizim kavgalarımız, anlaşamamamız, benim ayrılmam, DEVA Partisi'ni kurmam aslında bütün bu düzene bir isyandır. Siz yapmadınız artık yapamıyorsunuz daha iyisini daha güzelini biz yapacağız iddiasıdır DEVA Partisi'nin kurulması. Biz bunun için yola çıktık.
İlker Karagöz: Hâlâ isyan ediyor musunuz?
Ali Babacan: Kesinlikle. Ne için çalışıyoruz biz? 5 yıla yaklaşıyor. 9 Mart'ta bizim 5. yılımız olacak niye çalışıyoruz? Niye bu kadar emeği ortaya koyuyoruz? Çünkü Türkiye'nin çok daha iyi yönetilmeye layık olduğunu bildiğimiz için ve demokrat, hukuka inanan bir kafayla bu ülkenin çok daha hızlı bir şekilde yükselebileceğine inandığımız için, halkın çok daha mutlu yaşayacağı bir ülke olduğuna, gençlerin emeklilerin çok daha mutlu olacağı bir ülke olacağına inandığımız için bu çabayı ortaya koyuyoruz. Türkiye'deki sorunların temelinde kötü yönetim vardır başka bir şey değil. Türkiye düzgün yönetildiğinde bu ülke ayağa kalkar, koşar, şahlanır. Düşünün ki bir zamanlar bütün dünya basınında yıldız ülke olarak anılan, parmakla gösterilen, bütün bu coğrafya için ilham kaynağı olarak bilinen Türkiye'nin şu anda içine düştüğü durumu görüyorsunuz. Bakın Rusya-Ukrayna değil mi? Rusya-Ukrayna arasında Türkiye arabulucu değil miydi?
İlker Karagöz: Yani Türkiye eski Türkiye değil demek yeni bir Türkiye var demek hani bu söylem üzerinden devam ediyor iktidar. Sonra vesayeti çok duyuyoruz. Darbe ifadelerini çok duyuyoruz. Yani böyle terör teröristler gibi cümleler de çok duyuluyor. Bize eski Türkiye ile yeni Türkiye'yi bir kıyaslar mısınız, bir anlatır mısınız?
Ali Babacan: Eski Türkiye diye insanları korkuttukları aslında nedir? O 28 Şubat dönemidir. Nedir? O askeri darbelerin olduğu dönemlerdir. Nedir? Gerçekten dönem dönem bu vesayet odaklarının seçilmişlere karşı, iktidara karşı operasyonlar yapabildikleri dönemlerdir. Yani eski Türkiye diye insanları korkuttukları o yıllardır ama ya insaf artık değil mi. Kasım 2002'de iş başına gelmiş bir Sayın Erdoğan var. Aradan geçmiş 22 yıl, hadi şeyi saymayalım. 22 yıl. 22 yılın ilk 10 yılı fena gitmemiş işler güzel şeyler yapılmış ama son 10 yılında da Türkiye aşağı doğru bütün grafiklerde gördüğünüz gibi aşağı doğru yuvarlanmış gitmiş. Dolayısıyla eski Türkiye deyip ta 22 yıl öncesini hatırlatmanın bir anlamı yok. Bakın yeni Türkiye’de miyiz? Tamam. Sayın Erdoğan 2018'de tam yetkili Cumhurbaşkanı olarak seçildi mi? Seçildi. Peki, İstanbul depremi için bugüne kadar ne yaptı? Ben çok arzu ederim bir basın toplantısı yapsın ama öyle kendine yakın gazetecilerle değil her gazetecinin rahat soru sorabileceği bir basın toplantısı yapsın ve soru cevaplarla İstanbul depremine hazırlık için ne yaptı? Haydi, önce giden diyebilir ki; “Efendim şu bana engel oldu bu bana engel oldu” falan filan. Tamam, şu anda elini tutan kimse yok. Engel olabilen kimse de yok değil mi? Tam tersine muhalefeti susturmak için elinde imkanlar var, basını susturmak sindirmek için yargıyı bile kullanıyor, sivil toplumu konuşturmuyor. Sanat camiasını baskı altına alıyor şu bu. Tamam. Peki elini tutan yok. İstanbul depremi için ne yaptı? 2018'den bu yana. 2018'de tam yetkili Cumhurbaşkanı seçildi bugüne kadar ne yaptı? Ne hazırlık yaptı ya? Burada biraz adil de olmamız lazım aynı soruyu tabii 2019'dan bu yana İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni yönetenlere de sormak lazım aynı soruyu. Adil olmamız lazım. İstanbul depremi çok önemli bir risk değil mi? Yani İstanbul Türkiye'nin ekonomisinin kalbidir, Türkiye'nin kültürünün kalbidir. Güvenlik açısından son derece önemlidir yani İstanbul çok önemlidir. İstanbul depremine hazırlık olarak soruyorum hükûmete 2018'den bu yana ne yaptınız? Şöyle bir açıklayın bilelim ya. Ama aynı soruyu İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni yönetenlere de soruyorum. Sizde 2019'dan bu yana ne yaptınız? Aradan geçmiş 6 yıl. Deprem hazırlığı ile ilgili ne yaptınız? İnanın yok ya. Ders de alınmıyor bakın. Kartalkaya'da 78 tane canımızı kaybettik. Nasıl unutuldu? 3 gün sonra kapandı yok öyle bir şey sanki. Herkes yerinde bakın, ilgili bakanlar yerinde duruyor bu işi denetiminden sorumlu. Bunu önlemesi gereken, tedbir alındı mı alınmadı mı kontrol etmesi gereken merciler hepsi yerinde duruyor. Hele bakan yani tutmuş sadece Turizm Bakanlığı olarak belge vermiyor. Bir de kendi şirketinden o otele ayrıca ‘Mutlu Misafir Belgesi’ mi ne veriyor yani? İki belgeyi de veren kendisi. Bakan olarak da belge veriyor, şirketin sahibi olarak da belge veriyor.
İlker Karagöz: Ama insanların kalbinde ömürlük acılar…
Ali Babacan: Bakın, ders alınmıyor. Hatay'daydım, tam 2 yıl geçmiş Hatay'daydım. Hatay'da insanlar depremin acısını hala aynen yaşıyor. Sadece can kayıpları açısından değil, yaşam şartları açısından da Hatay'da bugün deprem devam ediyor. Bugün deprem Adıyaman'da devam ediyor. Bugün Malatya'da devam ediyor. Kahramanmaraş'ta devam ediyor. İslahiye’de devam ediyor, Nur Dağı'nda devam ediyor deprem. Deprem bitmemiş ki oraya gidip görünce yerinde görüyorsun. Ben tam 5-6 defa gittim bu 2 yıl içerisinde bölgeye.
İlker Karagöz: Ege denizinde hâlâ sarsıntılar devam ediyor bu arada. Hisseden izleyicilerimiz varsa belki bununla ilgili de notlarını aktarabilirler.
Ali Babacan: Yani deprem geliyorum diyor ya.
İlker Karagöz: Deprem için ne yaptınız diye soruyorsunuz mesela.
Ali Babacan: Bir söz var değil mi? Kaza geliyorum demez. Ama deprem geliyorum diyor. İstanbul depremi geliyorum diyor. Bakın Maraş depreminden önce bizim orada il kongremiz vardı. Ben o otelde bir konuşma yaptım, o otelin toplantı salonunda. Dedim ki bakın Maraş depremi bilim insanları feryat ediyor. Maraş'ı deprem vuracak diyor dedim. Benim o konuşmamdan bir sene sonra Kahramanmaraş merkezli deprem oldu. Benim konuşma yaptığım otel yıkıldı. 80 kişi öldü. Bir tane canlı sağ insan çıkmadı o otelden. Benim konuşma yaptığım otel. Bakın şu anda İstanbul'dayız. Zeytinburnu'ndayız. Zeytinburnu da depreme oldukça açık. Özellikle Marmara kaynaklı bir depreme oldukça açık bir mekandayız. Şu anda gene söylüyorum yani sadece ben değil bütün bilim insanları söylüyor. İstanbul depremi geliyorum diyor. 2018'den bu yana hükûmet olarak ne yaptınız? 2019'dan bu yana büyükşehir olarak ne yaptınız diye soruyorum burada.
İlker Karagöz: Allah korusun ama işin gerçeği Sayın Ali Babacan'ın da söylediği gibi. Hemen bir gazetelere bakmak istiyorum. İki önemli başlığımız daha var. O başlıklardan ilki “Terörist başı Öcalan İmralı'dan, İmralı'dan 3 mektup ulaştı.” İşte “Kandil'e gitti, Suriye'ye gitti, Avrupa'ya gitti.” Burada nasıl bir trafik ilerliyor? Diğer tarafta HÜDAPAR’ın bir çalıştayı var. Bu çalıştayla ilgili acaba Sayın Babacan ne düşünüyor? Bakalım Sözcü gazetesi, “AKP'liler de destek verdi. Cumhur'un ortağı Apo'dan fazlasını istedi.” “HÜDAPAR, Diyarbakır'da çalıştay düzenledi milli birliğimizi hedef alan. Şu talepte bulundu; Türklük anayasadan çıkarılsın, devlet de Kürtlerden özür dilesin.” Gelelim diğer gazeteye. Nefes Gazetesi. Nefes Gazetesi’nin manşetinde de “İktidarda bir ihanet kavgası yaşanıyor. HÜDAPAR, Kürt çalıştayı yaptı, AKP'liler de katıldı. Kemalizm suçlandı. Türklük karşıtı çalıştaya Cumhurbaşkanı danışmanı Uçum’dan sert tepki var. İktidardan ya da Beştepe'den ihanet çıkışı geldi. AKP’li eski vekil Mehmet Metiner ‘Pusuda bekleyen birileri bizi kendiyle karıştırmasın, el insaf’ diye yanıt verdi.” Haberimizi izleyelim.
Ali Babacan: İkisi de yetkisiz. Hükûmetten çıkıp konuşan kimse yok. Asıl siyasi sorumluluğu, yetkiyi taşıyanlardan konuşan yok. Bir tanesi tamamen teknik bir görevi olan bir insan, bakmayın çok konuştuğuna. Çok konuşuyor. Öbürü de zaten ne diyor? Eski vekil diyor. İktidardan birisi çıkıp konuşuyor mu? “Ya bu bizim iktidar ortağımız” diye. Bir açıklama yapan var mı? Yok. Bu isimlerin yaptığı açıklamalar üzerinden de bir boş tartışma yaşıyoruz şu anda diye düşünüyorum ben.
İlker Karagöz: Haberi izleyelim. Acaba burada istenenler talep edilen Cumhur İttifakı'nın ortağından aslında söz ediyoruz. Değerlendireceğiz.
VİDEO
İlker Karagöz: İsmini Mehmet Uçum koyuyor. Terörsüz Türkiye için başlatılan yeni döneme “ihanettir, tam bir alçaklıktır” diyor. AK Parti'nin önceki dönemlerinde görev almış olan isimler, Galip Ensarioğlu da orada, mevcutta da AK Parti'de. DEVA Partisi'nden Mehmet Emin Ekmen de yine buraya davet edilmiş isimler arasında. Bunun bilgisini verdi mi, ne konuşulmuş, siz bu çalıştaya ne dersiniz?
Ali Babacan: Şöyle ki şu anda HÜDAPAR iktidarın ortağı bir siyasi parti. Hatırlayalım, 2023 seçimlerinde meydan meydan Sayın Erdoğan'la HÜDAPAR yöneticileri Genel Başkanı meydan meydan beraber gezdiler. Ellerini beraber kaldırdılar. Dolayısıyla HÜDAPAR’ın yaptığı bu açıklama, yaptığı toplantı ve bununla ilgili yorumu asıl yapması gereken ülkenin Cumhurbaşkanı, yani iktidar ortağı. Asıl kendisinin ne diyeceğini dinlemek lazım. Bunların söyledikleri boş, yetkisiz insanların söyledikleri… Buraya dördüncü kişiyi koyun o da başka bir şey söyler, beşinciyi koyun o da başka bir şey söyler. İşte AK Partililer böyle dedi falan filan. Bu değil yani şu yoruma ben katılmıyorum. Dolayısıyla burada Sayın Erdoğan'ın buna bir cevap vermesi gerekiyor. Katılıyor mu? Katılmıyor mu? Ne kadarına katılıyor?
İlker Karagöz: Sayın Bahçeli'nin belki.
Ali Babacan: Bahçeli de verebilir ama asıl bütün bu iktidar bloğunun başında Sayın Erdoğan var. Bahçeli de ortaklardan birisi. Zaten o günkü şartlarda Bahçeli ile yani MHP ile HÜDAPAR’ı aynı kare içerisinde görmek ve böylece seçime doğru yürümek de ayrı bir garabetti. O ayrı bir şey. Çünkü o zaman diyorlardı ki “Bunlar altı benzemez” diyordu ama kendi nasıl bir blok oluşturdu ne yaptı ayrı mesele. Şimdi gelelim asıl konumuza. Şimdi konu şu, Türkiye'nin şu anda vatandaşlarımıza sorduğumuzda belki en önemli meselesi gerçekten geçim. Ekonomi, işsizlik, gençlerimizin yaşadığı bunalım, emeklilerimizin, asgari ücretlilerimizin çektiği zulüm en önemli mesele. Sorduğumuz zaman bunu görüyoruz sahada. Ama şöyle biraz kafamızı kaldırıp ufka doğru baktığımızda ya bu ülkenin en önemli sorunları nedir diye baktığımızda hemen listenin başında bir terör sorununu bir de Kürt sorununu görüyoruz. Yani Kürt vatandaşlarımızın bu ülkede sorunları var. Ama aynı zamanda bu ülkenin bir terör sorunu var. Geçtiğimiz döneme doğru baktığımızda çözüm sürecine de baktığımızda en son döneme çözüm sürecine orada biz ciddi bir hata görüyoruz. Yani bir terör örgütünün yapıp yapmayacaklarıyla kendi vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlüklerini aynı masada pazarlık konusu hale getirmenin son derece yanlış olduğunu düşünüyoruz. Ben DEVA Partisi'nin Genel Başkanıyım. Bizim bakışımız nedir burada? Türkiye'nin Kürt sorunu dediğimiz Kürt vatandaşlarımızın yaşadığı sorunlar özellikle hak ve özgürlük konusundaki yaşadıkları sorunların çözümü mutlaka ve mutlaka bu hakları ve özgürlükleri defaten tanımakla ve bir anda çözmekle mümkündür. Ama terör diye de bir sorunumuz vardır. Bu terör sorununun çözümüyle alakalı şu andaki barış süreci denen daha yaygın bir jargon var. Yani barış süreci dediğimiz ya da terörsüz Türkiye dediğimiz bir jargon var. Onu kullanalım hadi şu andaki popüler jargon. Eskiden barış kelimesi bu işle ilgili çok kullanılmazdı, sevmezdik ama artık yerleşiyor. Devlet de kullanmaya başladı bunu. Sorun yok. Böyle bir süreç var. Şimdi bu barış süreci dediğimiz, yani terörün bitmesiyle ilgili süreç ne zaman başladı aslında ya da biz ilk sinyali ne zaman aldık? 1 Ekim'de Sayın Bahçeli gitti DEM’li milletvekillerinin elini sıktı mecliste. İlk önce dedi ki “Ya acaba hani bilerek mi yaptı yoksa öyle hani o arada kafası mı karıştı” diye insanlar bir baktı etti. Sonra baktık ki o değil. Gerçekten bilerek bir el sıkışma. Tamam. Ondan sonra arka arkaya grup konuşmalarıyla da bir model ortaya koydu. Yani belli ki kendisine bazı raporlar sunulmuş. Denilmiş ki, çatışma çözümü denen bir alan var şimdi dünyada yaygınlaşan yani terör örgütlerinin varlığının kök sebeplerine inen, bunu sadece silahla değil başka enstrümanlarda kullanarak terör sorununu çözen dünyada pek çok örnek oluşmaya başladı. Çatışma çözümü dediğimiz bir alan. Belli ki o çatışma çözümü alanındaki örneklerden de istifade edilen bir rapor verilmiş belli ki kendisine. Ve o metni çıktı okudu. Nerede okudu? Milliyetçi Hareket Partisi'nin grup toplantısında kürsüden okudu. İlk önce dediler ki “Ya bunu acaba gerçekten kastediyor mu” falan sonra tekrar tekrar dedi ki “Yok ben bunun arkasındayım. Bu iş böyle çözülecek.” Bu işi de sahiplendi Sayın Bahçeli. Sayın Erdoğan uzun süre sessiz kaldıktan sonra o da böyle yine de mesafeli bir şekilde “Bir bakalım görelim ne olacak.”
İlker Karagöz: Kamuoyunun tepkisini mi görmek istedi?
Ali Babacan: Hem onu görmek istedi hem de başarıya ulaşırsa “Ben yaptı diyecek. “Zaten Cumhurbaşkanı bendim ben izin vermesem bunlar olur muydu” diyecek ama sıkıntı çıkarsa diyecek, hemen mesafe koyacak. “Siz kimden izin aldınız da bunları yaptınız” diye dirseğe çeviriverecek. Şimdi o iki arada bir derede gidiyor Erdoğan. Kamuoyunun tepkisine bakıyor bir de terör örgütünün yaptığına, yapmayacaklarına bakıyor. Şimdi biz diyoruz ki ya ülkenin Cumhurbaşkanı bu işin neresinde duruyor bir açıklasın diyoruz. Net bir şekilde ortaya koysun diyoruz. Bugüne kadar net bir şekilde ortaya koymadı, yapmadı, yapmıyor. Şimdi bu süreç yani 1 Ekim'de başlayan bu süreç Türkiye'de bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Çok sayıda çalıştaylar yapılıyor. Mesela MHP kendisi 81 il örgütünde bununla ilgili çalışmalar yaptı, bilgilendirme çalışması. Sosyal medya çalışmaları yaptı MHP'nin kendisi. DEM Parti bu işle ilgili çalışmalar yaptı. Pek çok sivil toplum kuruluşu mesela İHH...
İlker Karagöz: Sizin de öyle zannediyorum.
Ali Babacan: Biz zamanında yaptık bitirdik. Burada hepsi var. Dersimizi biz erkenden çalışıyoruz. Çalışkan öğrenciyiz. Sınıfın en çalışkanıyız. Biz zamanında yaptık bitirdik. Her şey hazır. Başka kimler mesela, İHH. Diyarbakır'da önemli toplantı yaptı. İki gün boyunca bu meseleler tartışıldı. Hızlı hızlı okuyum, Ekopolitik Düşünce, Hak İnisiyatif, Halkların Demokratik Kongresi gibi şeyler yani epey şu anda bu konu çok hareketli. Düşünce dünyasında bu işler hareketli.
İlker Karagöz: Hem STK'ları hem partileri takip ettiniz. Hem kendi çalışmanız var. Bir taraftan Mehmet Emin Ekmen var.
Ali Babacan: Mehmet Emin Ekmen’den bahsettiniz. Evet, bizim Mersin milletvekilimiz. Şu anda da grup başkan vekilimiz Yeni Yol’da. Mehmet Emin Ekmen Bey de bu toplantıların çoğuna katıldı, katılıyor. Başka milletvekillerimiz de katıldı, katılıyor. Çünkü Türkiye'nin yarınlarıyla ilgili bu iki tane önemli mesele, yani Kürt sorunu ve terör sorununun ayrı ayrı hatlardan çözümüyle ilgili ne kadar düşünce egzersizi varsa ne kadar çalıştay varsa bizim arkadaşlarımız gidiyorlar. Orada ne yapıyorlar? Bizim ne yapacağımızı anlatıyorlar. Kimse bir sele kapılıp gitme yok. Başkalarının politikasına kapılıp gitme yok. Diyorlar ki; “DEVA Partisi'nin düşüncesi budur bu konuda” deyip çıkıyorlar. Mesela Emin Bey'de ne yaptı HÜDAPAR’ın çalışmasında…
İlker Karagöz: Yerinde takip yapıyorsunuz yani.
Ali Babacan: Değil sadece açılışında açılışına katıldı. Açılışında sanırım bir 8-10 dakikalık bir konuşma yaptı. DEVA Partisi'nin perspektifini anlattı ve ayrıldı. Daha sonra çalıştay kendi içerisine devam etti. Nihayetinde HÜDAPAR en sonunda kendi bir sonuç bildirgesini yayınladı ve “Bütün herkesi dinledik dinledik, bizim sonuç bildirgemiz bu” diye yayınladı. Bütün tartışma da o sonuç bildirgesi üzerinden giden bir tartışma. Bu HÜDAPAR’ın kendi düzenlediği çalıştayın sonuç bildirgesi. İçinde katıldığımız yerler vardır, katılmadığımız yerler vardır. Ayrı bir şey yani.
İlker Karagöz: Katıldığınız var mı orada? Şimdi İlk 4 madde bir tartışma konusuydu, HÜDAPAR zaten burada ne düşündüğünü en başından beri söylüyor.
Ali Babacan: Bunların hepsi kendilerine sorulması gereken konular. Konu HÜDAPAR, HÜDAPAR çalıştayı, HÜDAPAR’ın açıklaması ve hangi ifadeden neyi kastettiler? Nasıl bir Türkiye hayalleri var? Bu soruların hepsini kendilerine sormak lazım. Bizim Türkiye hayalimiz, DEVA Partisi'nin Türkiye hedefi burada. Biz bu konularda çok çok net bir duruşumuz var. Başka partiler şöyle yapmış, böyle yapmış bunun üzerinden bir yorumla gitmenin çok doğru olacağını ben düşünmüyorum. Bizim çünkü duruşumuz çok net. Biz kendi Kürt çalıştayımızı 5 sene önce yapmışız. Bir masa etrafında konunun bütün uzmanlarını toplamışız. Bu sorunlar nasıl çözülür? Madde madde yazmışız. Bakın burada 354 maddelik Temel Haklar Eylem planımız var. Başkaları çalıştay yapa dursun, Sayın Bahçeli 1 Ekim'de el sıkışarak süreç başlatsın. Biz hepsini bitirmişiz. Çözümlerimizi de yazmışız, ortaya koymuşuz. 354 madde. Burada şimdi oturalım ben akşama kadar ben hepsini anlatabilirim. Ama sizde de vakit yoğun. Bizim de Ankara'ya dönmemiz gerekiyor.
İlker Karagöz: Bir taraftan öyle, diğer taraftan da bizim de yayınımızda, reklama gitmemiz gerekiyor. Zorunlu reklam yoksa ceza olur. Son iki dakika içinde, şimdi erken seçim, bir tarih. Seçim erken olmalı mı? Burada bir belirlediğiniz tarih var mı? Şu tarih doğru tarihtir dediğiniz. Sonra Erdoğan'a, Cumhurbaşkanı'na, adaylığına net mesajınız. Onu da almak isterim.
Ali Babacan: Türkiye'de şartlar gittikçe zorlaşıyor. Mayıs 2023'te en son genel seçim oldu. Şu anda geldik Şubat 2025'e. Yani iki yıla yaklaşıyor. Geriye kaldı üç yıl. İki yıl içerisinde, hükûmet Türkiye'deki herhangi bir sorunu çözdüğü ile ilgili tek bir şey ortaya koyabiliyor mu? Tek bir başarı ortaya koyabiliyor mu? “Ben iki yılda bakın şunu yaptım, şu sorunu çözdüm” diyebiliyor mu? Enflasyon sorunu devam ediyor. Fakirlik devam ediyor. Ülkede gençlerin sorunları devam ediyor. Emeklilerin sorunları devam ediyor. Çiftçilerin, esnafın, kobilerin sorunları devam ediyor. Hiçbir sorun çözülmediği gibi işler kötüye gidiyor. Seçimlerden sonra iktidarlara bir kredi açılır. Hadi bakalım ya, seçildin tamam yüzde 50 artı 2'ye aldın, ucu ucuna seçildin. Hadi gör bakalım. Yeni ekonomi yönetimini de iş başına koydun. Hadi bakalım bir görelim. Ne yapıyorsunuz? Bir kredi açılır. Şimdi hükûmet, bu seçimden sonraki, o ilk 100 günlük kredisini tüketti. İlk bir yıllık kredisini tüketti. Şimdi iki yıllık kredisini de tüketiyor. Şurada iki ay kaldı. Tüketiyor. Artık kredisini tüketmiş bir hükûmet var. Sermayede oluşturamadı. Çünkü başarı oluşturamadı. Dolayısıyla artık bu ülkede seçim konuşulur. Yani seçimin, “Seçimi konuşmayalım ya, daha vakit var”. Öyle bir şey yok.
İlker Karagöz: Bu ülkede artık seçim konuşulur.
Ali Babacan: Artık seçim konuşulur. Hele hele, yerel seçimlerde, yerel seçimlerde iktidar partisi ikinci parti haline düştü. Dolayısıyla vatandaşlardan da bir sarı kartı gördü mü? Gördü. Bu ülkede seçim konuşulur. Dolayısıyla “Seçim konuşmayalım daha var.” Böyle bir şey yok. Dolayısıyla seçim istemek vatandaşların da hakkıdır, siyasi partilerin de hakkıdır.
İlker Karagöz: Ne zaman peki olmalı sizce?
Ali Babacan: Seçim kararını verecek olan bir de işin yani biz reel politika yapmak zorundayız. Kimseyi kandıracak halimiz yok. Seçim kararını iki organ veriyor. Bir, Cumhurbaşkanlığı. Tek imzayla Erdoğan ülkeyi seçime götürebilir. İki, Meclisin seçim kararı alması lazım. Peki muhalefetin şu anda seçim kararı alacak bir sayısı var mı? Yok. Dolayısıyla iktidarın “Ben seçim istiyorum” demesi lazım. Kendi kendilerine bunlar istemeyeceklerine göre de seçim konusunda baskının gittikçe artması lazım iktidar üzerinde.
İlker Karagöz: Sizce doğu tarih ne zamandır?
Ali Babacan: Şimdi biz muhalefet partisi olarak yarın seçim olsun isteriz. Hazırız çünkü, hazırız. “Ya bir dakika düşünelim, kaşınalım, çalıştay yapalım.” Öyle bir şey yok. Hazırız. Çalıştaylarımızı da yapmışız her şeyi yapmışız. Hazırız diyoruz.
İlker Karagöz: Siz de mi seçim istiyorsunuz?
Ali Babacan: Yarın seçim olsa hazırız diyeceğim ama seçim kararını meclis ya da Cumhurbaşkanı verecek. Dolayısıyla yani bu konuyu böyle tarih konusunda bir şeyler söyleyip patinaj yapmayı da ben uygun bulmam. Ülkenin Cumhurbaşkanı bir an önce ülkeyi seçime artık götürmelidir.
İlker Karagöz: Kendisi de aday olmalı mıdır?
Ali Babacan: Bize göre olamıyor. Bizim hukuki yorumumuz bu. Aynı zamanda AK Parti'nin kuruluş akitnamesine de aykırı olduğu için de olamıyor. Çünkü AK Parti'nin kuruluşunda ben de o tüzüğü yazan dar ekibin içindeydim, Sayın Erdoğan da oradaydı, kendi imzası da var. Dedi ki “Artık Türkiye'de lider sultası olmamalı partilerde. Ben kendi süremi 3 dönemle kısıtlıyorum” dedi. Altına da imzayı bastı. Akitleşti, sözleşti partiyi kuranlarla. “Ben 3 dönemden fazla genel başkan olmayacağım” dedi. Şimdi akdini bozmuş durumda. Niye o sözü verdi? Çünkü uzun süre devleti yönetmek güç zehirlenmesine yol açıyor. Güç yozlaştırıyor, mutlak güç mutlaka yozlaştırıyor. Onun için başta da söyledim programın başında ülkeyi yönetenlerin mutlaka hukukla ve süreyle sınırlı olması gerekiyor. Sayın Erdoğan da kendine yakışan bir şekilde, tatlı bir dönüşümle artık bir döneme artısıyla, eksisiyle bir döneme damgasını vurmuş insan olarak, artı ve eksileriyle beraber biraz kenara çekilip başkalarının önünü açması gerekiyor yoksa tek kişiye bağlı, bir kişinin sağlığıyla, ömrüyle bağlı bir yönetim şu anda Türkiye'nin en önemli riskidir, en önemli beka meselesidir. Bir kişinin sağlığıyla ve ömrüyle böyle riskli bir yönetim değil tam tersine kendisi hayattayken tatlı bir dönüşüm AK Parti için de kendisi için de daha iyi olacaktır diye düşünüyorum. Kendisine bir eski dost tavsiyesi bu.
İlker Karagöz: Efendim teşekkür ederim, sağ olun. Geldiniz, anlattınız. DEVA Partisi Genel Başkanı Sayın Ali Babacan ve aynı zamanda DEVA Partisi'nin Cumhurbaşkanı adayı Çalar Saat’teydi.