22 Şubat 2021 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Altınordu İlçe Kongresi Konuşması

22 Şubat 2021

Altınordu 1. Olağan İlçe Kongresi

DEVA Partisi’nin değerli Genel Merkez kurul üyeleri,

Ordu il teşkilatımızın ve Altınordu ilçe teşkilatımızın çok değerli başkanları,

Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Değerli teşkilat mensuplarımız,

Sevgili Ordulu gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Altınordu teşkilatımızın birinci olağan ilçe kongresine hoş geldiniz diyorum.

***

Sözlerimin başında Altınordu ilçe teşkilatımızda görev alan tüm yol arkadaşlarımı kutluyor, kendilerine çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.

***
Değerli arkadaşlarım,

Partimiz kurulalı daha 1 yıl bile olmadan Türkiye’nin dört bir köşesinde çok hızlı bir şekilde teşkilatlandık.

Bugüne kadar 43 ilimizde kongrelerimizi tamamladık. 81 ilimizin tamamında il başkanlarımız görevinin başında, yaklaşık 550 ilçemizde ilçe başkanlarımız görevlerinin başında.

Geçen yılın sonunda 1.Olağan Büyük Kongremizi de tamamlayarak, rekor sayılan bir hızla, seçimlere girmek için gerekli teşkilat kriterlerini yakaladık.

Burada özellikle bir hususun altını çizmek isterim:

DEVA Partisi, kapatılan bir partinin var olan yapısı üzerine konuşlanmış bir parti değildir.

DEVA Partisi, bölünmüş bir partinin kısmen hazır olan yapısı üzerine kurulmuş bir parti de değildir.

DEVA Partisi sıfırdan, yeni bir kadroyla, siyasete ilk defa bu çatı altında giren çok sayıda arkadaşımızla ve yepyeni bir teşkilat yapısıyla kurulan bir siyasi partidir.

Bu hususun özellikle altını çizmek istiyorum. Biz adeta tırnaklarımızla kazıya kazıya sıfırdan bir teşkilat inşa ediyoruz arkadaşlar. Türkiye’nin tamda işte ihtiyacı bu. Türkiye yepyeni bir siyasi harekete ihtiyaç duyuyor, vatandaşlarımız da bunu bekliyor, işte DEVA Partisi de tam bu ihtiyaca cevap verecek şekilde Türkiye genelinde yapılanıyor.

DEVA Partisi, ülkemizin tümünü kucaklayan, yepyeni bir Türkiye tasavvuru ile yola çıkmış, ilkeleri ve değerleri üzerinde yükselen bir siyasi partidir.

DEVA Partisi, mevcut siyasi düzenden tümüyle soğumuş vatandaşlarımızın arayışına da bir cevaptır.

Biz özgürlükler, demokrasi, adalet, huzur ve refah için bu yola çıktık. “İnsan varsa devlet vardır” anlayışıyla harekete geçtik.

Tek bir vatandaşımızın dahi bu ülkede kendini garip, dışlanmış, öteki hissetmemesi için kendimizi ortaya koyduk.

Biz, herkesin güven içinde yaşadığı bir Türkiye’yi inşa etmek için buradayız.

Temel amacımız, herkesin insan onuruna yaraşır iş, aş, huzur ve refah sahibi olduğu bir Türkiye’dir.

Hedefimiz; yatırımla, üretimle, ihracatla, bilek gücüyle, alın teriyle, akıl teriyle büyüyen, herkese fırsatlar sunan bir Türkiye’dir.

***

Değerli arkadaşlarım,

Ülkemiz ne yazık ki karanlık bir tünelin içinden geçiyor, aldığımız haberler canımızı yakıyor, yüreklerimizi dağlıyor.

Bu acı haberlere 14 Şubat günü bir yenisi daha eklendi. Gara’da gerçekleştirilen operasyonda 16 vatandaşımızın şehit olduğu haberleriyle sarsıldık.

Buradan bir kez daha şehit olan askerlerimize, polislerimize ve vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, tüm milletimize bir kez daha başsağlığı diliyorum.

Şöyle iki hafta önceye dönüp olanları bir hatırlayalım arkadaşlar:

O haftanın başında Cumhurbaşkanı “Çarşamba günü millete sesleniş konuşmamı izlemenizi özellikle tavsiye ediyorum. Sizlere birçok güzellikleri takdim edeceğim” diye açıklama yaptı. Çarşamba sabah oldu, müjde yok. Öğlen oldu, müjde yok. Akşam oldu, müjde yok. Cumhurbaşkanı her fırsatta konuşuyor, ama ortada müjde yok. Ekranlar sus pus.

Sonunda müjde değil, acı bir haber aldık. PKK terör örgütü tarafından kaçırılıp 2015’ten beri alıkonulan vatandaşlarımızın o operasyonlarda görev alan askerlerle şehit olduğunu öğrendik.

Savunma ve güvenlik uzmanlarına sorduğumuzda ne diyorlar, biliyor musunuz? “Böyle kurtarma operasyonu olmaz. Bu iş gayet sessiz, itinalı bir şekilde yürütülür, aniden girilir çıkılır diyorlar. Böyle davul zurna çalarak, erkenden yapılan müjde duyurularıyla kurtarma operasyonu yapılmaz.”

Ortada bir başarısızlık olduğu çok açık. 16 vatandaşımızın canıyla bedelini ödediği bu başarısızlığın hesabını birilerinin vermesi lazım.

Bakıyoruz; hesap vermesi gerekenler, bir şehit annesini, kendi partilerinin güle eğlene kongresini yaptıkları salondan telefonla arıyorlar. Utanmak yok, sıkılmak yok. Kongre ortamı, eğlenceli, labalep dolu Covid’e rağmen, orada herkesin duyacağı şekilde şehit annesine telefon ediliyor, mikrofonlarla ve hoparlörle bağlanılmaya çalışılıyor. Düğün evinden cenaze evine telefon açıp adeta şov yapmaktan hiç çekinmiyorlar.

Değerli arkadaşlar,

Bakın, bunların artık bu toplumun gerçeklerinden, bu ülkenin vatandaşlarının hissiyatından ne kadar kopmuş olduklarının belki de en önemli göstergelerinden bir tanesini daha yeni yaşadık. Böyle bir şey olur mu?

Altınordu’muzdan en güçlü şekilde ifade edelim ki, biz bu lakaytlığa, bu zihniyete son vermeyi boynumuzun borcu olarak görüyoruz.

Bu ülkenin kıymetli gençlerinin, birilerinin siyasi rantı için feda edilmesini reddediyoruz!

Şimdi buradan Cumhurbaşkanı’na soruyorum;

Hepimiz biliyoruz ki operasyon başarılı olsaydı, müjde haberleriyle kameraların karşısına geçecektiniz.

Hepimiz biliyoruz ki, sanki vatandaşlarımız beş seneden fazla bir süredir terör örgütü tarafından alıkonulmamış gibi, bunu bir başarı olarak sunacaktınız.

“Ben başardım” diyecekti, “Ben yaptım” diyecekti.

Ama böyle olmadı. Yapılan hatalar neticesinde 16 vatandaşımızı kaybettik ve siz bu başarısızlıktan dolayı hiçbir sorumluluk üstlenmiyorsunuz.

Sayın Erdoğan;

Aldığınız yanlış kararların faturasını başkalarına kesemezsiniz. Başarı varsa “Ben yaptım” başarısızlık varsa o suçu başkalarına atamazsınız. Çünkü şu andaki sistem bütün yetkiyi bit kişide topladı mı? Bu bir kişi toplanan yetki başarısıyla da başarılılığıyla da o bir kişiye yazar, başkasına yazmaz. Bu sorumluluktan kimse kaçamaz. Aldığınız kararların sorumluluğunu taşımak zorundasınız.

Siz “Nerede hata yaptım” diye hiç mi düşünmüyorsunuz? Gençlerimizin ailelerine sağ salim kavuşması için “Üstüme düşeni yaptım” diyebiliyor musunuz?

Sorumluluğu üstlenip, hesap vereceğiniz yerde kalkmış bir de muhalefetten hesap soruyorsunuz.

Siz siyasete ayar vermeye çalışacağınıza, birilerini hizaya çekmeye kalkışacağınıza, önce şu sorulara cevap verin:

Tekrar ediyorum, cevap verin:
- Terör örgütünün elinde başka vatandaşlarımız var mı? - Eğer varsa bunlar kaç kişiler?

- Acaba ne zaman bu vatandaşlarımızın sağ salim ailelerine kavuşabileceğini düşünüyorsunuz?

- Bu vatandaşlarımızın örgütün elinden kurtarılması için samimi bir çabanız var mı?

- Bu vatandaşlarımızın önümüzdeki Ramazan’ı, bayramı aileleriyle beraber geçirmeleri için, arkadaşlarıyla kucaklaşmaları için, terör örgütünün elinden kurtulmaları için ne yapacaksınız?

Eğer terör örgütünün elinde hala kaçırılmış ve zorla tutulan vatandaşımız yoksa buyurun kamuoyuna açık yüreklilikle “Yok” deyin; biz de rahatlayalım.

Değerli arkadaşlarım,

Terör örgütü tarafından kaçırılan ve zorla tutulan, sadece askerimiz ve polisimiz değil, tüm milletimizin ‘onuru ve gururu’ dur.

Bugünkü iktidar, uluslararası ilişkileri eline yüzüne bulaştırmış durumda. Koskoca ülkenin dış politikası bir kişinin duygularına feda ediliyor.

İşte bunun içindir ki, Türkiye terörle mücadele gibi bir alanda bile haklı taleplerinin karşılığını bulamıyor.

Ülke yalnızlaştı. Bir zamanlar diyorlardı ‘değerli yalnızlık’ diye. Yalnızlığın değerlisi olur mu? Böyle bir şey var mı? Ne kadar çok dostunuz varsa, ne kadar çok arkadaşınız varsa o kadar çok güçlüsünüzdür bu insanlar için. Sosyal insanlar için nasılsa, ülkeler içinde böyledir. Siz bütün dünyayı kendinize düşman ilan edin, iç siyasette halk desteği kayboldukça dışardaki düşmanlarla insanları korkutarak oy toplamaya çalışın, tam da en çok ihtiyacınız olduğu anda, dışarıdan destek alamadığınız için bu konularda yapayalnız kalın ve işte böyle ağır kayıplar versin ülke, yazık.

Ülkenin her alanda güvenilirliği, itibarı ve tutarlılığı sorgulanınca, bir kişinin dürtülerine göre hareket edince, ülkemiz artık maalesef bölgemizde artık ‘değersiz’ görülmeye başlandı.

Bu koskoca ülke, bu 84 milyonluk ülke bu coğrafyanın küçülmüş haliyle de olsa hala en büyük ekonomisi olan ülke şu anda değersiz görülüyor. İtibarsız bir ülke haline düşürdüler maalesef ülkemizi.

Kötü yönetimin bedelini gençlerimiz canıyla, aziz milletimiz de onuruyla ödüyor.

Yazıktır, günahtır. Çok üzülüyoruz arkadaşlar.

Şimdi “Gara ele geçirildi, Gara temizlendi” diyorlar. Soruyorum buradan: Şu an Gara’da kaç askerimiz var?

Ele geçirilen, temizlenen yer ne demek? Oraya hâkim olursunuz değil mi? Kaç askerimiz var? Sıfır.

Onlar cevap veremez. Ben söyleyeyim. Kaç asker biliyor musunuz değerli arkadaşlar: Sıfır.

Operasyona katılan askerlerimiz geri döndü ve Gara yine eski Gara. Değerli arkadaşlarım,

Bugünkü iktidar, halkımızın milli hassasiyetlerini istismar ederek, sadece düşman yaratarak, korkuyla, baskıyla bu ülkeyi yönetebileceğini zannediyor.

Aslında hiçbir şeyi yönetemiyorlar.

Ortaklarıyla birlikte günbegün ülkemizi daha da kötüye götürüyorlar. Şehit haberleri yüreklerimizi yakıyor, ülkemiz yoksullaşıyor, milletimiz kuru ekmek kuyruklarına girmek zorunda kalıyor ve hayat pahalığı, enflasyon bir türlü durdurulamıyor.

Peki, manzara böyleyken küçük ortak ne yapıyor? Bildiği tek işi yapıyor. Meclis kürsüsünden herkese hakaretler, küfürler savuruyor.

Çünkü başka bir iş bilmiyor. Ben merak ediyorum, bugüne kadar bu ülkeye faydalı ne iş yapmış? Küçük ortak derken Bahçeli’yi kastediyoruz. Desin ki “Ben şöyle bir adım attım, ülkenin menfaati oldu. Ben şöyle bir adım attım ve ülkenin ekonomisine katkım oldu.” Bu ne zaman ortaktı bundan önce? O 1999 hükûmetinde koalisyon ortağıydı değil mi? Ülke en büyük ekonomik krizlerinden bir tanesini 2001’de yaşadı. Ülke kriz yaşıyor, o gün ortak. Şimdi 2018’de ortak oldu yine ülke en büyük krizini yaşıyor. Ya sen ona buna saldırmayı bırak da, ona buna hakaret etmeyi bırak da biraz çözüm üret, faydalı proje üret, fikir üret. De ki “Memleketin şöyle bir ihtiyacı var, bizim deşöyle bir fikrimiz var, şöyle bir projemiz var” diye bir koy kendini ortaya ya. Bu kadar olur mu? Sıfır, fayda sıfır. Boyuna hakaret, hamaset. Buradan beslenen bir siyaset olmaz arkadaşlar. Türkiye bunu hak etmiyor. Bu ülkenin gençleri böyle bir siyaseti hak etmiyor.

Biliyorsunuz Bahçeli konuşmaya başlayınca, ülkenin 4’te 3’ünü hain ilan ediyor.

Bir de 28 Şubatçı küçüğün de küçüğü ortak var. Perinçek’ten bahsediyorum. “Hükûmetin rotasını ben çiziyorum” diyor. Ben gerçekten hayret ediyorum. Sayın Erdoğan buna nasıl tahammül ediyor, nasıl böyle 28 Şubatçı bir zihniyetli biriyle ortak oluyor? Her akşam bazı kanalların kadrolu yorumcusu olarak sürekli küçüğünde küçüğü ortağı görüyoruz. “Ben rotayı çiziyorum, Hükûmet benim rotamdaki gemiyi ancak götürüyor” diyor.

Bunların bugüne kadar bu millete en ufak faydası dokunmuş mu acaba? Memleketin hangi sorununu çözmüşler?

Sonuçta üç ortak da sıkıştığı zaman aynı şeyi yapıyor.
Eleştiren, itiraz eden kim varsa, hemen başlıyorlar ezberden aynı nakarata.

Ellerine almışlar damgayı, insanlara vatan haini diyorlar, terörist diyorlar, düşman diyorlar.

Ne kolaymış bu ülkeyi yönetmek ya. Böyle bir şey var mı? Siz önce bir halkı eleştirilere biraz tahammül edin, bu insanları dinleyin. Bu insanların sorunları var. Bu ülkede gerçek bir işsizlik sorunu var mı? Var. Bugün ev gençleri diye bir vatandaş grubu oluştu, ev gençleri. Çoğunlukla gündüz dinlenip gece ayakta olan ve üniversite diploması elinde olan, iş arayıp bulamayan gençleri var bu ülkenin. Şu anda ülkeyi yönetmeye çalışan üç ortak öncelikle bu soruna çare bulsun. Gerçek düşmanı bu ülkenin şu an işsizlik.

Ben şimdi buradan size bir çağrı yapıyorum!
Artık önünüze gelen herkese hain demeyi bırakın.

Bu ülkeyi seviyorum diyorsunuz... Sevin ama seveyim derken ülkeyi de öldürmeyin. Çünkü siz sevmeyi bilmiyorsunuz.

Siz bu ülkenin bugünleri için, yarınları için ne kadar yanlış varsa onu yapıyorsunuz.

Siz kendi şahsi bekanızı korumayı bu ülkeyi sevmek zannediyorsunuz.

Bu nasıl sevgidir ki, ülkeyi sürekli geriyorsunuz, sürekli kutuplaştırıyorsunuz, her hafta bir başka toplum kesimini ötekileştiriyorsunuz.

Topluma nefret tohumları ekerek mi seviyorsunuz bu ülkeyi?
Bakın, biz hepimiz bu ülkeyi ve bu ülkenin vatandaşlarını çok seviyoruz. Bunu sorgulamak kimsenin haddine değildir!
Bizim milletimize bir sözümüz var;

Biz, 84 milyonun refah, huzur ve eşitlik içinde yaşayacağı bir Türkiye sözü verdik.

Sevginin gücüyle nefreti, düşmanlığı, kini, öfkeyi, kutuplaşmayı yenebileceğimizi çok iyi biliyoruz!

Biz, yanlış politikalarla öldüren bir sevgi istemiyoruz!

Biz yaşayan, yaşatan, yaşama değer veren bir Türkiye sevgisiyle yanıp tutuşuyoruz.

***
Değerli arkadaşlarım,
İşte bugün Ordu’da bu sevgiyi büyütüyoruz.

29 Aralık’ta gerçekleştirdiğimiz Büyük Kongremizin ardından ara verdiğimiz kongrelere yeniden başlayarak, ülkemizi karış karış gezmeye kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Ülkemizin kuraklaşan topraklarında damla damla umut oluyoruz.

Biz, Cumhuriyetimizin 100. yılına yaklaşırken bu ülkeyi içinde olduğu karanlık tünelden çıkartıp müreffeh, zengin, huzurlu topraklara dönüştüreceğiz.

Kimse bizden hamaset, hakaret beklemesin.

Kimse bizden kavgayı başlatan taraf olmamızı beklemesin.

Kimse bizden sadece laf üretmemizi beklemesin.

Kimse bizden sığ tartışmalarla ülkeyi kutuplaştırmaya çalışanlardan olmamızı beklemesin.

Biz, tüm bu kavgaya inat, tüm bu çatışmacı dile inat; hep birlikte milletimizi dinleyerek, el ele ülkemiz için çalışıyoruz.

Partimizin kurulduğu ilk günden beri sorunları dile getirmekle yetinmiyoruz. Çözümlerimizi de söylüyoruz.

Parti programımızda nasıl bir siyasal düzen istediğimizi, nasıl bir anayasa istediğimizi açıkça yazdık.

İnsan onurunun dokunulmazlığının, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, kuvvetler ayrılığına dayanan, laik, demokratik bir düzeni hedeflediğimizi ilk gün söyledik.

Eşitliği, adaleti, laiklik ilkesini ve hukukun üstünlüğünü anayasal düzenin temel ilkeleri olarak kabul ettik.

Devletin ideolojik tarafsızlığının; yerel yönetimler ile sivil toplumun güçlendirilmesinin temel bir ihtiyaç olduğunu açıkça ifade ettik.

Birileri anlamak istemese de anayasa konusundaki tutumumuzu çok açık bir şekilde ortaya koyduk.

Kuvvetler ayrılığı esasına ve hukukun üstünlüğüne dayanan özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu bir demokrasi hedefliyoruz.

Biz, Partili Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin Türkiye için doğru bir tercih olmadığına, Cumhurbaşkanı’nın ağırlıklı olarak temsili yetkilere sahip olduğu, tarafsızlığıyla bütünleştirici ve güven verici işlevinin bulunduğu, güçlendirilmiş bir parlamenter sisteme geçilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Parlamenter sistemin Türkiye’ye getirilmemesini düşünen partiler ile de ikili diyalog sürecini başlattık. Pek çok siyasi parti ile ikili bazda, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem hazırlıklarımıza diyalog ve istişare ile başlama kararı aldık ve bunu da kamuoyuna açıkladık. Bizim çok iyi hukukçularımız var. İddialı konuşuyorum Türkiye’de en güçlü hukukçu ekiplerinden bir tanesi DEVA Partisi’ndedir. Ancak biz sadece hukukçularımızla bunu çalışmadık, siyaset bilimcilerimizle de bunu çalıştık ve oldukça yoğun bir istişare ile hazırlıklarımızı tamamladık. Ama bununla da yetinmedik, çünkü önemli olan eğer bir sistem değişikliğinden bahsediyorsak geniş bir toplumsal mutabakat zeminini önce yakalamaktır. Bu toplumsal mutabakatın arayışı çok değerlidir. Ülkemizin tam da ihtiyacı budur. Yoksa hamasetle gerek ülkeyi değil, dinleyerek, düşünerek beraberce çalışarak bir çalışma yönetimin Türkiye için daha iyi olacağına karar verdik.

Değerli arkadaşlarım, şu anda Türkiye’deki 2017 Anayasası ile değiştirilen, 2018’de de fiilen uygulanmaya başlayan Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile artık bu ülkenin bir yere gidemediği çok açık ortaya çıktı. Tabii sorun sadece sistemde değil. Sistemin düzeltilmesi gerekiyor ama ülkeyi yöneten zihniyetin de topyekûn değişmesi gerekiyor. En iyi sistem dahi yanlış bir zihniyet elinde kötüye kullanılabilir. Dolayısıyla biz ne diyoruz? Hem “Sistem değişmeli” diyoruz, “Bu ülkeyi yöneten zihniyet değişmeli” diyoruz ve “Topyekûn bir iktidar değişikliği olmadan bu ülkenin sorunlarını çözülmesi mümkün değil” diyoruz.

***
Değerli arkadaşlar,

“Ekonomi nasıl yönetilir?” bu konuda biz epey bir ders verdik, uyarılarda bulunduk, öneriler geliştirdik biliyorsunuz. Cumhurbaşkanı çıktı bir gün beni kastederek “Ya çıkmış bir de ders veriyor” dedi. Ama şunu gördük ki söylediklerimiz biraz etkili olmuş, biraz ders almaya başlamışlar.

‘Ekonomi nasıl yönetilir?’ derslerimizi galiba biraz dinlediler; bakın akraba bakan kayboldu. Hatta koltuk boş kaldığı gün Türk lirası son dönemde hiç olmadığı kadar değer kazandı.

Hatırlıyorsunuz sanırım:

Bir rivayete göre, DEVA Partisi olmasaydı Merkez Bankası’nın 130 milyarlık rezervlerinin çarçur edildiğinden kayınpederin haberi bile olmayacaktı.

Hele hele Merkez Bankası rezervlerinin 50 milyar dolar eksiye düştüğünden de hiç haberi olmayacaktı.

Yine bir rivayete göre doların, enflasyonun hâlinden de haberi olmayacaktı.

Tabii gerçekten bunlardan haberi yoksa bu ne kadar vahim bir durum ülke için düşünün. Bütün yetkiyi tek elden toplayın ve o bütün yetkiyi tek elde toplamış insanın ülkenin gerçeklerinden haberi olmasın. Merkez Bankası’nın rezervlerinin eksiye düşürdüğünden haberi olmasın. Çok vahim. Yok, eğer haberi var da kendi talimatıyla bu 130 milyar dolar çarçur edildiyse o zaman bununda yine bir hesabını vermesi lazım. Öyle o kadar kolay değil, bir bakanı ortadan kaybet, bir başka bakan getir Merkez Bankası başkanını değiştir, hiçbir şey yokmuş gibi yoluna devam et. Böyle bir şey var mı?

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi boyunca oluşan borç stokunu iki senede ikiye katlandığını da muhtemelen bizden öğrendi.

Bakın 2018’de partili Cumhurbaşkanı göreve başladığında bu ülkenin toplam borcu 970 milyar TL. Ekim 2020’deki ülkenin borcunun toplamı 1 trilyon 935 miyar TL, tam ikiye katlamış iki yılda. Partili, taraflı Cumhurbaşkanı, akraba Bakan el ele verdiler ve sonuç bu.

Çünkü artık gerçeklerle, hakikatle bağlarını koparttılar. Bırakın milletin gündemini, kendi yaptıkları yıkımdan bile haberleri yok.

Nasıl haberleri olsun ki? Bu milletin parasını çarçur edenler, kendilerine yazlığı ayrı, kışlığı ayrı saray hayatları inşa ettiler.

Değerli Altınordulu dostlarıma şimdi sormak istiyorum: Bu aymazlığı kabul edecek miyiz değerli arkadaşlar?

Yoksa hep beraber itirazımızı mı ortaya koyacağız. İşte DEVA Partisi ülkede bütün olup bitenlere “Durun bakalım bizim itirazımız var” diyenlerin partisi aynı zamanda.

Gençlerimiz işsizlikten yakınırken, gurbette yaşamak zorunda kalırken; İnsanlar bayat ekmek kuyruklarına girmişken;

Ev hanımları tencereleri daha ucuza kaynayabilsin diye çürük sebze meyve alırken;

Fındık para etmezken, üreticimiz emeğinin karşılığını alamazken;
Birileri rant elde etsin diye çevreye, yaşam alanlarımıza göz dikilmişken;

Bu milletin sorunlarını görmeyen, gerçekle bağını yitirmiş bu kötü yönetimi kabul edecek miyiz?

Etmeyeceğiz arkadaşlar, etmeyeceğiz.
Biz bu yoksulluğu, işsizliği kabullenmeyeceğiz.

Bakın; daha iki gün önce yoksulluk intiharlarına bir yenisi daha eklendi. Baba- oğul, borçlarını ödeyemedikleri için hayatlarına son verdi.

Böyle şeyler yaşanmazdı bu ülkede arkadaşlar. Tabii “Allah gördüğünden geri koymasın” diye bir duamız var biliyorsunuz. Biraz da Türkiye bunu ıstırabını yaşıyor. Çünkü çok iyi günler gördük. Bu ülkenin millî gelirinin 3500 dolardan 12500 dolara çıktığını gördük. Bu ülkede mutlak yoksulluğun sıfırlandığı yılları yaşadık. Bu ülkenin ihracatının 36 milyar dolardan 132 milyar dolara çıktığı dönemleri yaşadık. Benim ve arkadaşlarımın yönetimde olduğu, karar sahibi olduğu dönemde yaşadık bunları. Fakat gelin görün ki o günleri yaşadıktan sonra işsizlik, yoksulluk hatta üzülerek kullanıyorum bu ifadeyi açlık gerçekten bu ülkeye yakışmıyor. Yoksulluk intiharları ülkenin çok yeni sorun alanı. Daha önce literatürümüzde yoktu böyle bir şey. Bakın ‘ev gençleri’ yoktu literatürümüzde. Bu iktidarın, bu üç ortağın ülkeye sunduğu bir hediyedir ‘ev gençleri’. Yoksulluk intiharları, bu hükümetin bu ülkeye sunduğu bir hediyedir. Biraz şöyle kafalarını iki ellerinin arasına alıp düşünmeleri lazım. “Biz nerede hata yapıyoruz?” diye.

Geçtiğimiz hafta yaşadık. Bizim Genel Merkezimizin hemen yanında yarım kalmış bir inşaat var, kabası bitmiş. O inşaata bir gencimiz çıkmış “Ben artık kendi hayatıma son vermek istiyorum” diyor. Bizim gönüllü arkadaşımız gitmiş “Sen bunu niye yapıyorsun?” demiş. Cevabı şu “Benim 4,5 aylık bebeğim var. Bebeğime mama alamıyorum, bebek bezi alamıyorum eve girip de artık eşimin yüzüne bakacak bir durum yok. “Bizim arkadaşımız da demiş ki “İyi de senin o bebeğin büyüyünce seni suçlamayacak mı? Benim babam niye bu işi yaptı da beni babasız bıraktı?” diye ve gönüllü arkadaşımız ikna ediyor ve indiriyor. Sonra bir durum tespiti, ifadesi alındıktan sonra evine dönüyor.

Bir ülkede bebek maması çalınmasın diye kilitli ambalajda satıldığını düşünebiliyor musunuz? Muhtaç olmasa insanlarımız gider de o bebek maması için onu yapar mı? Maalesef ülkeyi düşürdükleri durum bu. Hiç kimse sorumluyu başka yerde aramasın. Bu işin sorumlusu belli. “Bütün yetkiyi ve sorumluluğu ben üzerimde toplamak istiyorum, verin bana başkanlığı görün nasıl memleketin sorunları çözeceğim” diyen kişi belli. “Bu kardeşinize sorumluluğu verin bakın faizleri nasıl düşürüyorum” diyen kim? Ne oldu. Merkez Bankası’nın faizlerini %8,25’ten %17’ye çıkarttıran kim? Üç yıl önce işte yetkiyi verdik, bu halk daha ne yapsın. 2017’de “Anayasa değişikliği, başkanlık istiyorum” dedin, verdi millet. “Beni başkan seç” dedin, onu da seçti. Ama artık yolun sonu geldi arkadaşlar. Bu sistemin de bu zihniyetin de bu ülkeyi yönetemeyeceği artık tarihin kayıtlarına geçmiş durumda. Biz bundan sonrasına bakacağız artık.

İş bulamayan gençlerimiz kendilerine hayat kuramıyor. Gençlerimiz evlerinin odalarına hapsolmuş bir şekilde yaşıyor.

Evin genç odası böyle. Peki mutfağı nasıl? Mutfakta tencere kaynamıyor. Çarşı pazar enflasyonu ceplerimizi yakıyor.

Elektriğiydi, doğal gazıydı derken geçim sıkıntısı almış başını gidiyor.

İşte Türkiye’nin gerçek manzarası budur.

Biz umudunu asla yitirmeyenlerin partisi olarak diyoruz ki;

Bu milletin daha fazla fakirleşmesine müsaade etmeyeceğiz. Aileleri kara kara düşünmekten kurtaracağız.

Tüm dünya para içinde yüzerken ülkemizin açlığa mahkûm edilmesine göz yummayacağız.

Halkının geçim sıkıntısını bilen, işinin ehli kadrolarla sorunları çözeceğiz.

Bakın bu sabah, Ordu’dan farklı meslek gruplarından sivil toplum temsilcileriyle buluştuk. Özellikle küçük esnafımızın sorunları çok büyük. Bütün dünya bu pandemide para basarak ve bastığı parayı da vatandaşına karşılıksız olarak destek olarak vererek bu ekonomik sorunları önemli ölçüde aştı. Normalde para basmaya hepimiz karşıyız. Çünkü karşılıksız para basımında enflasyon ortaya çıkar. Ama böyle durumlarda zaten gelir yok, verdiğiniz para ancak ihtiyaç karşılıyor. İlave bir talep oluşturmadığı için böyle durumlarda para basılması enflasyona yol açmaz normal şartlarda ama Türkiye bunu yapamadı. Nisan’dan, Mayıs’a denediler hemen o dolar kurunun ilk 7 lirayı geçmesi geçen sene Mayıs ayında oluştu. Niye? E siz ülkenin döviz rezervlerini çarçur ederseniz, 130 milyar dolarını bu ülkenin çarçur ederseniz ve eksi 50 milyon dolara net rezervlerini düşürürseniz o zaman işte para basamazsınız. Onun içindir ki Türkiye bütün Avrupa ülkeleri içerisinde ve pek çok dünya ülkesiyle mukayese edildiğinde pandemi döneminde vatandaşına en az destek veren ülkelerden birisi şu anda.

Kimsenin şüphesi olmasın; önce güveni tesis edeceğiz, ardından topyekûn zenginleşeceğiz.

DEVA iktidarında bu verimli topraklarda fakirlik değil, işsizlik değil, yoksulluk değil;

Bereket akacak. Bolluk akacak. Refah akacak.

*****

Değerli arkadaşlarım,

Ekonomide ‘dur-kalk’ dönemlerini geride bırakıp, verimlilik esaslı büyüme modeline geçiş yapacağız.

Türkiye’yi en hızlı şekilde yüksek gelir ve refah düzeyine sahip ülkeler grubuna yükselteceğiz.

Herkesin, insanca yaşama standartlarına erişmesini sağlayacak bir sosyal adalet sistemini tesis edeceğiz.

Türkiye’yi, OECD ülkeleri arasında, gelir dağılımının en bozuk ve yoksulluğun en kötü olduğu ülkelerden biri olma ayıbından kurtaracağız.

“Asgari Gelir Desteği” uygulamasını getirerek vatandaşlarımızı yatağa aç gitmekten, çöplerden yiyecek toplamaktan, ekmek kuyruğunda saatler geçirmekten kurtaracağız.

Vatandaşlarımızı sosyal yardım almak için ‘araya adam koyma’ ya da ‘bir partinin üye kartını gösterme’ gibi insan onuruna yaraşmayan muamelelerden kurtaracağız.

Günlerce siftah yapamayan ve ağır sorunlar altında beli bükülmüş olan ‘esnaf’ ve ‘sanatkar’ımızın işlerini büyüterek ‘tacir’ ve ‘sanayici’ aşamasına geçmelerini sağlayacağız.

Bir yandan ürettiği ürünün hakkını alamayan, diğer yandan artan girdi fiyatları nedeniyle büyük sıkıntılar yaşayan çiftçilerimizi, köylümüzü yeniden bu milletin efendisi yapacağız.

Ay sonunu getiremeyen emeklilerimizi; asgari ücret ya da altında bir gelirle yaşayan milyonlarca çalışanımızı insan onuruna yaraşır bir gelir ve refah düzeyine kavuşturacağız.

Gençlerimizle ‘Dijital Türkiye’nin, kadınlarla ‘Kadınların Türkiye’sinin hikâyesini yazacağız.

Özetle, Türkiye’yi birinci sınıf hukuk devleti, birinci sınıf demokrasi ve birinci sınıf ekonomi haline getireceğiz.

*****
Değerli arkadaşlarım,
Ordu ilimiz, Covid-19 salgınının en yoğun olduğu üçüncü il.

Artık kimsenin güvenmediği resmi verilere göre bile bu hastalık yüzünden toplam 28 bin vatandaşımızı kaybettik. Gerçek kaybımızın bu sayının en az iki katı olduğu konusunda da kimsenin tereddütü yok.

Bu sayıyı doğru kabul etsek bile, bu sayının vahametini sorgulamadan geçmek istemiyorum.

Bu, "Tüm dünyada ölümler oldu" diyerek geçiştirilecek bir sayı değildir. "Acaba daha az kayıp verebilir miydik?” diye sormak zorundayız.

Bugünkü iktidar pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da verilerle oynama, gerçekleri gizleme ve hesap vermekten kaçma yolunu seçmiştir.

Bu konudaki başarısızlıkları artık apaçık ortada. Mızrak çuvala sığmıyor. Bakın; salgınla mücadelede gömleğin ilk düğmesini baştan yanlış iliklediler.

Ta en başta “Ölümleri nasıl en aza indiririm?” Kaygısıyla hareket etmeleri gerekirken, bu salgına “Elimizde kaç yoğun bakım yatağı var” diyerek yaklaştılar.

Yoğun bakım yataklarımız doluluk oranına ulaşınca, karantina önlemlerini uygulamak anca o zaman akıllarına geldi. Hatayı en başında yaptılar.

Sonra yaz sezonu gelince biliyorsunuz vakalar yeniden tırmandı. Fakat daha ciddi tedbirlerin alınması için 1 Aralık’a kadar beklediler.

Peki aradan geçen zamandaki önlemsizlik kaç insanımızın hayatına mâl oldu?

Düşünebiliyor musunuz, bu gecikme yaşanmasaydı kaç vatandaşımız aramızda olacaktı?

Sadece alınması gereken önlemleri geciktirmediler, aşıyı da geciktirdiler.

Diğer ülkelere göre aşılamaya geç başladılar. Çin aşısını dahi yeterli miktarda temin edemediler. Alternatif aşı stoku yapamadılar. Günlük aşılama sayısını gereken seviyeye yükseltemediler.

Arkadaşlar, ülkemizin 6 aylık koruma için ihtiyaç duyduğu doz sayısı 100 milyon, bir yılda gerekli olan doz sayısı da 200 milyondur. Şu ana kadar temin edilen doz miktarı ise ancak 13 milyondur.

Aşıyı geciktirdiğimiz her gün önlenebilir vakalara ve ölümlere yenileri ekleniyor.

Ama iktidarın gündemi bu ölümlerle nasıl mücadele edileceği değil.

Ellerindeki propaganda aygıtıyla, tozpembe bir senaryo kurguluyorlar.
Hatta bunda geçen o kadar ileriye gittiler ki Anadolu Ajansı, Tokyo esnafını dolaştı. Esnafın durumu kötü diye. Ya kardeşim önce sen bir Türkiye’ye bak. Şuradaki esnafı şöyle bir dolaş. Sayın Erdoğan bunu niye yapmıyor? Ben merak ediyorum. Şöyle bir girsin çarşıya, pazara. Dolaşsın, görsün gerçekleri. Amaç propaganda ya. Şunu demek istiyorlar “İşte orada da durum böyle, bizde de böyle.” Öyle değil, durumu gayet iyi olan ülkeler var. Aşısını zamanında temin eden, kendi nüfusunun 4-5 katı aşıyı stoklayan, vatandaşlarına 100 milyarlarca euro, dolar destek veren ülkeler var. Kötü ile mukayese etmesinler, iyiye de baksınlar. Değerli arkadaşlar gerçekten he konuda olduğu gibi salgında da durumu olduğundan farklı gösteren bir anlayış var.

Salgına karşı gereken her şey yapılmış gibi bir algı oluşturmaya çalışıyorlar.

Ekonomiyi batırdıkları için salgınla ilgili ekonomik önlemler de çok geç geldi ve çok zayıf kaldı.

Yönetemediler. Varsa yoksa algıları yönetmeye çalışıyorlar.

Buradan hükûmete bir kez daha sesleniyoruz:
Bu milletin tek bir ferdinin canından daha kıymetli bir şey yoktur, olamaz.

Şeffaf olun, insanları artık algı yönetimiyle oyalamaktan vazgeçin, gerçeklere odaklanın.

Ve artık bir an evvel halkımızın adil bir şekilde aşıya erişimini sağlayın.

***

Değerli arkadaşlarım,

Bizler il il, ilçe ilçe gezip, hakikatin sesi olacağız. Bu milletin aklıyla, onuruyla, gururuyla alay eden zihniyeti gittiğimiz her yerde milletimize anlatacağız.

Aziz milletimize kulak vereceğiz, toplumun gerçek gündeminden asla sapmayacağız.

Biz DEVA Partisi olarak bu ülkenin tek umudu olduğumuz bilinciyle çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz

Çünkü DEVA Partisi; kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle, işçilerle, esnafla;

Eşitlik için, adalet için, özgürlük için yola çıktı.
Çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız. Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.
Artık Türkiye’nin DEVA’sı var. Altınordu’nun DEVA’sı var. Vakit, demokrasi ve atılım vaktidir değerli arkadaşlar. Hepinize çok teşekkür ediyorum.