GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN
10. HAFTALIK DEĞERLENDİRME TOPLANTISI KONUŞMASI
Değerli basın mensupları,
Demokrasi ve Atılım Partisi’nin değerli yöneticileri,
Değerli konuklarımız,
Ekranları başında ve sosyal medya hesaplarımızdan bizleri izleyen değerli dostlarımız,
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, haftalık değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz diyorum.
*****
Değerli arkadaşlar,
Partimiz tüm ülke sathında hızla teşkilatlanmaya devam ediyor. Geçtiğimiz hafta sonu il kongrelerimize bir yenisini ekledik.
Adana’da coşku dolu, muhteşem bir kongre yaptık. Kongremize, Büyükşehir dahil dört belediye başkanı, pek çok siyasi partinin ve sivil toplum kuruluşunun temsilcileri, muhtarlar ve çevre ilçelerden gelen konuklarımız katıldı.
Ayrıca, Adana’nın sivil toplumunu ve iş dünyasını temsil eden konuklarımızla oldukça geniş katılımlı ve çok verimli bir istişare toplantı gerçekleştirdik.
Pazar günü çarşıda pazarda vatandaşlarımızla buluşup güzel sohbetler gerçekleştirdik. Bir yerel kanal vasıtasıyla Çukurova’dan tüm Türkiye’ye seslendik.
Gerçekleştirdikleri bu başarılı program sebebiyle Adana il teşkilatımıza buradan tekrar teşekkürlerimi sunuyorum.
*****
Değerli arkadaşlar,
Eminim takip ediyorsunuzdur, dün Türk Tabipleri Birliği öncülüğünde sağlık çalışanlarının yaşadığı sıkıntılara dikkat çekmek için tüm yurt genelinde bir iş bırakma eylemi düzenlendi.
Peki bu eylemin sebebi neydi?
Sağlık çalışanlarının iş yükü anormal bir biçimde artarken ücretleri baskılandığı için bu eylem vardı. Hayat koşulları kötüleştikçe kötüleştiği için bu eylem vardı.
İktidarın arttırdığı enflasyonla, maaşların yetersiz kalması ve ek ödemelerdeki belirsizlikler sağlık çalışanlarını hızla yoksulluk sınırına maalesef getirmiş durumda.
2019 yılında Sağlık Bakanlığı bütçesinin yaklaşık yüzde 45’i sağlık personeline aktarılırken 2021'de bu oran yüzde 34’e kadar düştü.
Yani bütçeden kendi personeline artık daha az pay ayırıyor yüzde olarak. Yani sağlık çalışanlarımızın emeği ucuzlaştı.
Türkiye, uzman hekim ücretlendirme sıralamalarına baktığımızda OECD üye ülkeleri içerisinde sondan altıncı sırada.
Pratisyen hekim maaşlarında ise 17 ülke arasında 14'üncü sırada. Aynı durum diğer sağlık çalışanları açısından da geçerli.
Manzara gerçekten iç karartıcı.
Sağlık çalışanlarımız, uzun nöbetlerle ve uzun çalışma süreleriyle hem kendileri hayatta kalmaya çalışıyorlar hem de hastalarını ayakta tutmaya çalışıyorlar.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, sağlıkta şiddet sorunu da bir türlü bitmiyor.
Hekimlik mesleği bu hükümet tarafından istikrarlı bir şekilde itibarsızlaştırıldığı için, maalesef bu sağlıkta şiddet olayıyla hala her gün yüzleşiyoruz.
Sonunda ne oluyor; hekimlerimiz, sağlık çalışanlarımız hızla ülkeyi artık terk ediyorlar.
Ülkemiz her alanda olduğu gibi sağlık alanında da insan gücünü, hem de en kıymetli insan gücünü yitiriyor.
Arkadaşlar, bakın,
Bir doktorun bir hastaya ayırdığı süre biliyorsunuz ikincil düzenlemeyle 5 dakikaya indirilmişdurumda.
Allah aşkına, hekimlerin doğru tanıyı 5 dakikada koyması size mantıklı geliyor mu? Ömründe bir kere muayene olmuş, bir kere doktora görünmüş bir insan 5 dakikanın ne kadar kısa bir süre olduğunu bilmiyor mu? Bu süre içerisinde hekim ne desin, hasta ne anlatsın, nasıl anlatsın, 5 dakika nedir?
Böylesi bir meslekte, insana hata yaptırabilecek bir zaman dilimini, sizin aklınız havsalanız alıyor mu?
Ne tanısı? Ne tedavisi?
Hastayla selamlaştınız, adını öğrendiniz, şikayetini dinlediniz, sorular sordunuz, muayene ettiniz, gereken laboratuvar işlemleri için yönlendirdiniz, reçetesini yazdınız... 5 dakikaya sığması mümkün mü bunların? Süre müre kalmıyor.
Bir hekim bunların hepsini layıkıyla yapmaya çalıştığı anda ise, en az üç hastanın zamanını harcamış olacak.
Tam bir akıl tutulması. Bu otoriter ortaklığın insanların hayatına verdiği önemin ne kadar düşük olduğunun bir başka göstergesi de sağlıkta şu anda karşı karşıya olduğumuz durum.
Değerli arkadaşlar,
Neresinden tutsanız saçmalık, nereden baksanız bir tutarsızlık.
Bizler; koşullarının iyileştirilmesini isteyen sağlık çalışanlarımızın yanındayız.
Hatırlayın, pandemi döneminin hemen ilk aylarında, ilk toplantılarımızdan birisini burada genel merkezimizde sağlık çalışanlarımızın meslek örgütleriyle yaptık.
7 ayrı örgütün -ki içinde Türk Tabipler Birliği de vardı- Türk hemşireler derneği de vardı, diş hekimleri derneği vardı, hepsi vardı.
Onlarla oturduk bu pandemi yönetiminin sağlık açısından nasıl yönetildiğini ve nelerin eksik olduğunu nasıl büyük hatalar yaptığını değerlendirdik. Ki bugüne kadar Türk Tabipler Birliğiyle iki defa burada ortak basın toplantısı yaptık.
Bu ortak basın toplantılarıyla da vatandaşlarımıza hem sorunlar anlattık hem de yapılması gerekenler konusundaki çalışmalarımızı anlattık.
Hekimlerimizin de tüm sağlık çalışanlarımız gibi kendi ülkesinde rahatça çalışabilecekleri bir standarda kavuşmalarını biz çok önemsiyoruz.
Son iki yılda bakın arkadaşlar, 9 bin hekim mesleğinden istifa ederken, 3 bin hekim de Türkiye’yi terk etti.
Gerçekten çok yazık.
Biliyorsunuz, yurtdışına gitmek isteyen hekimlerin Sağlık Bakanlığı’ndan bir “iyi hal belgesi” alması gerekiyor.
Bakın, şöyle bir rakamlara bakalım, karşılaştırma yapalım. Gerçekten rakamlar çok çarpıcı.
GRAFİK – İYİ HÂL
Bu grafik 2012 yılından bu yana her yıl kaç hekimimiz başvurmuş ve "iyi hal kâğıdı" istemiş. "Ben artık yurtdışında yaşamak istiyorum, yurtdışında hekimlik yapmak istiyorum, bana bu belge lazım" diye kaç kişinin başvurduğunu buradan görüyoruz.
Ehliyet ve liyakat sahibi kadroların devlet yönetiminin başında olduğu, kararların ortak akıl ve istişareyle alındığı döneme baktığımızda -ki işte bu yıllar görüyorsunuz 2012-2013- rakamlar 59'la başlıyor. Sadece 59. Bu ne demek? Ayda sadece 5 hekim.
Geçen sene rakama bakın.
Tam 1405 hekim iyi hal belgesi almış. Yani ayda nereden baksanız 115-120 kadar hekimimiz gitmiş iyi hal belgesi almış. Yani bunların hepsi yurtdışına çıkmak için hazırlanıyor. Günde ortalama 3 kişiden fazla.
Her gün 3 tane doktorumuzu böyle yurtdışına kaybediyoruz.
Peki en son şu ocak ayında ne olmuş arkadaşlar? Aylık ortalama 110-115 civarında diyoruz ya. Ocak ayında rakam burada grafikte yok. Tek aylık rakam tam 197. Aynı hızla koysak bu grafik tavanı deliyor çıkıyor yukarı.
Gerçekler bu.
Tıp öğrencilerine baktığımızda artık öğrencilerimiz TUS sınavına yani tıpta uzmanlık sınavına hazırlanmak yerine, doğrudan başka bir ülkede hekimlik yapmak üzere dil sınavlarına çalışıyorlar.
"Şöyle Avrupa'da geçerli bir dil öğrendiğim anda nasıl olsa ben kapağı bir yere atarım. Doktorluk mesleği her yerde geçerli. Bu ülkede mesleğimi yapmam, giderim başka ülkede yaparım" diyorlar.
Resmen, değerli arkadaşlar bir “Hekimler göçü” yaşıyoruz şu anda. Kendi ellerimizle yetiştirdiğimiz insan gücümüzü, kendi çocuklarımızı Amerika’ya, Avrupa’ya bedavadan hediye ediyoruz.
Geldiğimiz nokta bu.
Peki bu niye oluyor arkadaşlar?
Çünkü Türkiye’de liyakate değer verilmiyor.
Çünkü Türkiye’de hukuk devletinin, hak ve özgürlüklerin esamisi okunmuyor.
Çünkü iktidardaki bu otoriter ortaklık, bu ülkenin insanlarına, kaliteli bir yaşam ve insanca çalışma imkânı tanımıyor.
Hekimler politik söylemlerle sürekli itibarsızlaştırılıyor. Peki, iktidar ortakları ne yapıyor? Biliyorsunuz, iktidarın bir ortağı var. Krizlerin ortağı var. Bahçeli.
Krizlerin ortağı, ikide bir Türk Tabipleri Birliği’nin kapatılmasını istiyor.
Zaten ağzından şimdiye kadar bu ülkeye hayrı dokunacak tek bir söz bile duymadık. Ben tek bir projesini hatırlamıyorum örneğin. Var mı Sayın Bahçeli'nin "Ben bu ülkenin şu sorununa, şu çözümü bulmak için şöyle bir projem var, şöyle bir çözüm öneriyorum" diye.
Var mı? Duydunuz mu böyle bir şey? Varsa yoksa bağırıp çağırma. Varsa yoksa hamaset, hakaret.
İcraat zaten yok, tam bir kriz üretim merkezi.
En son ortak olduğu hükümet, Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük krizlerinden birisini yaşattı bu ülkeye.
2001 Şubat krizi. O krizde ortaktı.
O yazarkasa başbakanlık binasının önünde fırlatıldığında Bahçeli'nin çalışma odası o binadaydı.
Bu gerçeği biz unutturmayacağız.
Unutmayacağız, sürekli de hatırlatacağız.
Şu anda tutmuş, işi gücü bırakmış, bir meslek kuruluşuyla kavga ediyor. Çünkü sürekli kavga edecek birisini arıyor. Dikkat edin her hafta muntazam konuşmalarında birileriyle kavga ediyor.
Hamaset, hakaret.
Ben buradan, Sayın Bahçeli’ye bir kez daha çağrı yapıyorum.
Eğer sağlık çalışanlarımızın çalışma koşullarını iyileştirecek bir öneriniz varsa ortaya koyun şöyle bir görelim.
Hiç fikriniz yok mu sizin? Hiç projeniz yok mu?
Deyin ki, "Biz sağlık çalışanlarıyla ilgili şöyle bir fikir ürettik, şöyle bir önerimiz var, şöyle bir çözümümüz var" diye Allah aşkına bir tane bir şey koyun ortaya.
Yok. Sıfır.
Ona buna saldırmayı bırakın da halk sağlığının faydasına bir fikriniz varsa söyleyin diyoruz kendisine.
Değerli arkadaşlar;
Temennimiz, sağlık çalışanlarımızın yaşadığı bu adaletsizliğin sona ermesi ve sağlık personelimizin huzurlu çalışma ortamının bir an önce tesis edilmesidir.
Hedefimiz; sağlık çalışanlarını mesleklerinden soğutan bu çalışma koşullarının acilen ortadan kaldırılmasıdır.
Hayalimiz; Türkiye’nin kendi insanının, yarınlarını kendi ülkesinde kurmak istemesidir.
Hayalimiz; gençlerimizin hayata atılırken kendi yarınlarını bu ülkede görmeleridir.
84 milyonun her bir ferdinin tam demokratik Türkiye’de huzur ve mutlulukla yaşamasıdır.
*****
Değerli arkadaşlar,
Ben sık sık söylüyorum. Ülkemiz şu anda bir çoklu kriz ortamında. Her alanda kriz yaşıyoruz. Krizin olmadığı bir alan yok şu anda.
Tam da kışın ortasında şu anda derin bir enerji krizi yaşıyor. Ciddi bir enerji krizi yaşıyor.
Elektrik kesintileri, doğal gaz kesintileri bunları biz görmemiştik daha önce. Bu ülke böyle bir şey yaşamamıştı.
"Kusura bakmayın elektrik yok, kusura bakmayın doğal gaz yok fabrikaları kapatın" diye bir talimat bu ülkenin yakın tarihinde bu ülkenin sanayicilerine, üreticilerine gitmemişti. Böyle bir şey yok.
Tamamen yanlış yönetimin sonucunda. Tamamen kötü yönetimin sonucunda yaşanan olaylar bunlar.
Bakın,
Isparta'ya, izledik hep beraber değil mi? Böyle bir şey olabilir mi?
Türkiye'nin göreli olarak sosyo-ekonomik kalkınmışlıkta oldukça göstergeleri yüksek bir şehirden bahsediyoruz.
Isparta'dan bahsediyoruz. Bir Ege kentinden bahsediyoruz. Böylesine bir şehirde, bir şehir günlerce karanlığa gömülebilir mi?
Kışın ortasında soğukta, karanlıkta, yüzbinlerce insan bırakılabilir mi?
İşte ülke yönetiminin geldiği noktayı Isparta bize en açık şekilde gösterdi. En açık şekilde.
Şu an değerli arkadaşlar bu ülke yönetilmiyor. Yönetilmiş gibi yapılıyor.
Bütün yetkileri elinde toplayan ülkenin cumhurbaşkanı aslında hiçbir şeyi yönetemiyor. Zaten 84 milyonluk ülke, Avrupa'nın en büyük topraklarına sahip, Avrupa'nın en geniş tarım arazilerine sahip, Avrupa'nın en genç nüfusuna sahip bir ülke tek bir kişinin dağarcığıyla, tek bir kişinin karar verme yetisiyle yönetilemez.
Böyle bir şey mümkün değil.
Yetkinin mutlaka devlet kademesinde yukarıdan aşağıya doğru delege edilmesi gerekiyor ve merkezden, Başkent Ankara'dan yerele doğru yetkinin delege edilmesi gerekiyor. Yerinden yönetilmesi gerekiyor bu ülkenin.
En ufak kriz, Ankara'ya geldiğinde, Ankara felç oluyor. Zaten bakanlıklarda herhangi bir sorunun çözülmesi mümkün değil. Yetki yok, bakanlarda yetki yok. Bakanlar sorun çözecek yetkiyle donatılmış değil.
Kaldı ki hem üst düzey siyasi kadrolar hem de üst düzey bürokrasi kadroları artık dürüst ve ehil insanların çok çok az kaldığı kadrolar. Mumla ara ki bulasın.
İşte böylesine yanlış bir yönetim sistemi, böylesine yanlış bir kadro, istişaresizlik en bariz örneğini geldi bize Isparta’da somu bir şekilde gösterdi. Allah korusun memleketin başına daha kötü işler gelse, bir iç güvenlik, dış güvenlik meselesi çıksa demek ki bunlar tamamen felçolacaklar. Hiçbir şey yapamayacaklar.
Her şeyin sakin olduğu bir dönemde İran gazını bahane ederek bunu söylüyorlar. Yıllardır bu böyledir. İran soğuk kış günlerinde kendi vatandaşının ihtiyacını önce karşılar, ondan sonra Türkiye’ye kalan gazı verir. Bu yeni yaşanmıyor ki yıllardır böyle. Siz o depoları niye yaptınız? Biten sözleşmeleri niye yenilemediniz?
İşte ülkeyi zaten hukuk ve özgürlükler alanında tam bir karanlığa gömmüşlerdi ama bu enerji kriziyle de gerçek anlamda elektriğin, doğal gazın olmadığı karanlığa da gömdüler. Bunu da yaşattılar bu ülkeye.
Şu fiyat artışlarına bir bakın. Son bir yılda elektik tarifeleri esnaf için yüzde 162 artmış. Çoğu esnafımız artık ben kiradan daha fazla elektrik faturası ödüyorum diyor. Mağazalar karanlık, dikkat edin. Anadolu’da, Trakya’da her yere gidiyoruz. Artık çarşı, pazar her yer karanlık. 10 tane ampul varsa birini ya yakıyor ya yakmıyor esnafımız. Akşam hava karardığında belki 10 ampulden birini, ikisini açıyor. Yetiştiremiyorum, elektrik faturamı ödeyemiyorum diyor.
Çiftçiler için yüzde 124 zam. Zaten gübre fiyatı, ilaç fiyatı belli. Tohum fiyatı, mazot fiyatı belli. Çiftçimizin sulamada kullandığı en acil ihtiyacı olan su bu ya.
Hane halkı, meskenler için doğalgaz fiyatı, sanayicilerin doğal gaz fiyatı artık yüzdelerle ifade edilemiyor. Çünkü dört buçuk kat. Yüzde 500 küsur. Katlanınca yüzde hesabı biraz zor olur. Bakın arkadaşlar bir başka hesap benzin ile mazot. Biliyorsunuz dün yine zam geldi. Son 1 yılda yani 1 Şubat 2021’den bugüne benzine zam yüzde 111 mazota yapılan zam yüzde 133.
Şöyle basit bir hesap yapacağım. Aynı dönemde de dolar kurundaki artış yüzde 88. Şimdi dolar bazına vurduğumuzda benzine zam yüzde 12 mazota ise yüzde 24 olduğunu görüyoruz. Aradaki fark tamamen kur artışı. Hani diyorlardı ya ‘dünyada da enflasyon var’. Dünyadaki enflasyon işte benzin fiyatının yüzde 12 mazot fiyatının yüzde 15 artması gibi zamlar. Dünyadaki enflasyon bu. Peki biz de niye yüzde 111 niye yüzde 133?
Aradaki fark, dolar kurundaki artış. Yani aradaki fark Erdoğan'ın kuru patlatmasının farkı. Eğer bugün sayın Erdoğan ekonomiyi düzgün yönetseydi
faizi de döviz kurunu da patlatmasaydı bugün 15 küsurlarda olan benzin ve mazot fiyatları şu anda sadece 8 küsur olacaktı. 7 civarından 8 liraya çıkacaktı. Eğer bugün mazot ve benzin 8 küsur lira civarında değil de 15 küsur liralardaysa aradaki fark Erdoğan zammı. Başka bir şey değil.
7 liradan 8 liraya dünya enflasyonu. 8 liradan 15'e Erdoğan zammı. Olan bu. Bir de diyorlar ki ‘Enflasyon dünyanın her yerinde var, dünyanın her yerinde bu sıkıntıyı çekiyoruz’. Öyle bir şey yok. Kimse kimseyi aldatmasın. Kimse kimseyi kandırmaya kalkmasın. Dünyadaki enflasyon belli hem de dürüst bir şekilde açıklanıyor. Avrupa ülkelerinde belli, Asya'da belli, Batı’da belli. TÜİK hala tutmuş 30'larda, 40’larda enflasyon açıklıyor. Tabii yersen, inanırsan.
*****
Değerli arkadaşlar,
Bugün dikkat çekmek istediğim bir diğer nokta ise hukuk alanındaki karnemiz. Bu son hafta içerisinde önemli istatistikler yayınlandı. Şimdi sizlerle onu paylaşmak istiyorum.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi geçtiğimiz yılın istatistiklerini yayınladı.
AİHM, 2021 yılında en çok insan hakkı ihlalini Rusya, Ukrayna ve Türkiye’de tespit etti.
Lig bu.
Ülkemiz geçen yıl, en çok, ifade özgürlüğünü ihlal etmekten kusurlu bulundu.
Öte yandan kendi Anayasa Mahkememiz de bireysel başvuru istatistiklerini yayınladı.
Anayasa Mahkemesi’nde esastan incelenen dosyaların yüzde 97’si ihlal kararıyla sonuçlanmış. Geçen yıl bu oran yüzde 95’ti.
Anayasa Mahkemesi diyor ki: Alt mahkemelerde görülen ve vatandaşın aleyhine sonuçlanan her 100 davadan 97’sini incelediklerinde ben vatandaşı haklı buluyorum diyor. Mahkemenin yanlış karar verdiğini görüyorum diyor. Anayasa Mahkemesi’nin açıkladığı istatistik bu. Tabii bu Anayasa
Mahkemesi’nin başvuracak kadar peşinden koşan, bu işle uğraşan vatandaşlarımız onun yüzde 97’si.
Bir de imkânı olmayan, usanan, bıkan, mahkeme kapılarında süründükten sonra artık pes eden vatandaşlarımızın Anayasa Mahkemesi’ne başvurusu olmadığı için onlar bu istatistikte yok. Sonuna kadar inat edip de direnen vatandaşlarımızın yüz tanesinin 97’sini Anayasa Mahkemesi haklı buluyor. Ve diyor ki burada bir hak ihlali var. Senin en temel insan hakkın ihlal edilmiş burada diyor.
Bildiğiniz gibi, 2010 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle kendi vatandaşlarımızın Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapmasının önü açmıştık. O zamanki Adalet Bakanımız Sadullah Bey’in döneminde yapılan önemli bir değişiklik gerçekleşmişti.
Peki, Anayasa Mahkemesi en çok hangi hakkın ihlal edildiğini söylüyor?
“Adil yargılanma” hakkının. 2013-2021 yılları arasında verilen ihlal kararlarının yüzde 76’sı adil yargılanma hakkının ihlali.
Anayasa Mahkeme’sinin “Türkiye’de adil yargılanma yok” dediği bir noktadayız. Tabii ben bunları Anayasa Mahkememiz için söylüyorum da Anayasa Mahkememizin de üye yapısı değişiyor. Her sene gelenler, ayrılanlar oluyor.
Umarız ki bu önümüzdeki bu çok kritik süreçte Türkiye’nin çok önemli bir hem kriz hem de seçimden sonraki krizden çıkış döneminde Anayasa Mahkememiz adaletin, hukukun, hakkın yanında durmaya devam eder. Bu bizim bir vatandaş olarak çok temel bir beklentimiz ve temennimiz.
Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı Türkiye’de ortadan kalkmış durumda. Kuvvetler ayrılığı yıpratılmış durumda. Kuvvetler ayrımı diye bir şey artık kalmadı. Cumhurbaşkanı ne talimat verirse Meclis’te bunu yapıyor, yargı da bunu yapıyor.
Yargı, bütünüyle Sayın Erdoğan’ın ve yakın çevresindekilerin kontrolü altında.
Bir de haberlerde okuyoruz; yok yargıda şu grupla bu grup arasında tartışmalar falan filan. Yazık ya. Yargıda gruplardan bahsediyor...
Hukukun hakkın yerlerde, ayaklar altında olduğu bir yargı sisteminden bahsediyoruz.
Böyle bir ülkede ne ifade özgürlüğü olur ne de yargılamalar adil yapılabilir.
Yargıda gruplar, gruplaşmalar olmaz. Yargı sadece ve sadece adalet ve hukuk grubunun içinde olmalıdır. Başka bir grupta olması düşünülemez.
Bakın arkadaşlar, başka bir veri daha paylaşacağım. Cumhurbaşkanına hakaret suçuyla ilgili veriler. Bu da enteresan. Bu partili taraflı cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde cumhurbaşkanının iki tane şapkası var. Bir parti genel başkanı şapkası, bir de cumhurbaşkanı şapkası var.
Cumhurbaşkanı şapkasını taktığı anda diyor ki ‘ben dokunulmazım’. Cumhurbaşkanını korumayla ilgili bir sürü karar vardır, dolayısıyla ‘Bana yapılan eleştiriye ya da hakarete karşı ben dava açarım, insanları mahkemelerde süründürebilirim’. Fakat hemen ertesi gün genel başkan şapkasını takıyor, kendisi diğer parti genel başkanlarına, sivil topluma, meslek örgütlerine, iş insanlarına akla, ağza alınmayacak ifadelerde bulunabiliyor.
Kendisi yaparken hiçbir şey yok. Ama başkası aynı ifadeyi kendisine kullandığında dur bakalım diyor, takıyor cumhurbaşkanı şapkasını bana dokunamazsın diyor. Böyle bir şey olmaz. Bu adalet değil, fırsat eşitliği değil. Bu tam bir partili devlet görüntüsü.
Yani tüm devlet mekanizmaları, yargı da dahil olmak üzere tek bir siyasi partinin hedefleri, amaçları, emelleri uğruna kullanmak, tek bir siyasi partinin genel başkanının hizmetine bütün sistemi adeta ayaklar altına almak.
2010-2013 yılları arasında Cumhurbaşkanı’na hakaret suçlamasıyla açılan soruşturma sayısı 2 bin. Yani Türkiye’nin o iyi dönemleri, en parlak yılları. Bunların 580’i de davaya dönmüş.
Sayın Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduğu 2014 yılından 2020 yılına kadar ise tam 160 bin adet soruşturma açılmış. 35 bin 500 tane de dava açılmış.
Şöyle rahmetli Özal’ı bir hatırlayın. Onun basınla ve sivil toplumla ilişkilerine bir bakın. O tolerans, hoşgörü. Hiçbirisi yok. Tamamen kavga.
Arkadaşlar,
On binlerce vatandaşımızın Cumhurbaşkanı’na hakaret suçlamasıyla yargılanması, Cumhurbaşkanı’nın vatandaşıyla kavgaya tutuştuğunun en açık göstergesidir.
Cumhurbaşkanı’nın, kendisine yapılan eleştiriler karşısındaki tahammülsüzlüğünün en açık tezahürü.
Yargının bütünüyle yürütmenin etkisi altına girdiğinin göstergesidir. İfade özgürlüğünün paspas edildiğinin göstergesidir.
En ufak bir aykırı sesin dahi yargı sopasıyla susturulmaya çalışıldığının göstergesidir.
Sayın Erdoğan’ın hem cumhurbaşkanı hem de bir siyasi partinin genel başkanı olduğu dikkate alındığında; bu tablo, “partili devletin” göstergesidir.
Ancak biz bu durumu tersine çevirmek zorundayız. Hep beraber yapmak zorundayız. Bu baskı dönemini, bu hukuksuzluk dönemini sona erdireceğiz.
Siyasetçilerin yargıyı kendilerini koruma kalkanı aracı haline getirmesine de son vereceğiz. İşine gelmediğine silah olarak kullanıyor, kendi işine gelmediğinde de kalkan olarak kullanıyor.
Kişilere değil sisteme güveni tesis edeceğiz.
Tek tek her bir vatandaşımızın kendini güçlü hissedeceği, ‘benim hakkım, hukukum burada koruma altındadır, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes bu ülkenin yargısına güvenir’ diyebileceği bir ülkeyi inşa edeceğiz.
Çünkü Türkiye sadece yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve ifade özgürlüğü temelinde yükselebilir. Bu temel sağlam değilse üzerine sağlam bir siyaset inşa edemezsiniz.
Hangi alanda sorun yaşıyorsak inanın hepsinin temelinde bu var. Haksızlık, hukuksuzluk, adaletin olmayışı var.
Hukuksuzluk varsa ekonomi asla düzelmez. Adalet yoksa eğitim düzelmez.
Özgürlükler baskı altındaysa işsizlik sorununu önleyemezsiniz.
O nedenle, yargı bağımsızlığı ve ifade özgürlüğü bir lüks değil, hepimiz için ekmek gibi, su gibi bir ihtiyaçtır.
İnanın, çözümü de çok kolay.
Biliyorsunuz, DEVA Partisi iktidarının ilk 90 gününde ve 360 gününde uygulayacaklarımızı eylem planları halinde şimdiden açıklıyoruz.
Yarın da İstanbul’da Ekonomi ve Finans Politikaları eylem planımızı açıklayacağız.
Lansman programımıza da bütün basın mensuplarımız davetlidir. Şuraya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Yargı bağımsızlığını sağlamak ve ifade özgürlüğünün önünü açmak ise bizim için iktidarımızın ilk 90 dakikasının işidir. İlk 90 dakika.
İnşallah hep birlikte göreceğiz, şahit olacağız.
Hükûmeti kuracağımız gün vatandaşlarımızın güzelce bir futbol maçı seyredeceği sürede ifade özgürlüğünün de yargıya giden tüm talimat yollarının da nasıl çözüldüğünü, ifade özgürlüğünün önünün nasıl açıldığını, yargıya giden talimat yollarının nasıl kapandığını hep beraber görecek.
Şu andaki yargıya talimatlar fiili durum. Yasalarda bunun yeri yok. Anayasa’da bunun yeri yok. Fiili durum oluşturuyor. Mevcut anayasayı ve yasaları çiğneyerek yapılıyor o yargıya talimatlar.
Şu anda ifade özgürlüğünün üzerindeki baskılar, 10 bin tane gazetecinin işten kovdurulması, sivil toplumun, meslek örgütlerinin sindirilmesi... Bunla ilgili bir yasa var mı ya? Yasal düzenleme var mı, yok. Bunu hukuksuzlukla yapıyorlar.
Televizyon programında biraz eleştiren, konuşan bir basın mensubunun patronuna derhal telefon. ‘Sen bunu işten atıyor musun, atmıyor musun?’. ‘Atmıyorsan bizim her türlü zulmümüz var, sen bilirsin’. Yapılan bu.
Şu anda bu devlet hukuksuzlukla yönetiliyor. Anayasa ve yasalar hiçe sayılarak yönetiliyor şu anda bu devlet. Oysaki devleti devlet yapan en önemli kavram adalettir, hukuktur.
Devlet ne için var diye sorsanız tek bir sebep söyleyin deseniz adalettir. Devlet bunun için var. Siz adaleti, hukuku ayaklar altına alıyorsanız, keyfi bir yönetim anlayışıyla insanların hakkına tecavüz ediyorsanız rakamları söyledim... AİHM’in rakamlarını da söyledim. Ki AİHM’i de bir yabancı kuruluş diye anlatıyorlar.
Bizim ortağı olduğumuz, vatandaşlarımızın gidip orada yargıç olarak görev yaptığı bir kurumdan bahsediyoruz. Kuruluşunun altında imzası olan bir ülke Türkiye.
Dışarıdan yargıya müdahale... Öyle bir şey değil. Tam tersine bizim yargı sistemimizin yine rahmetli Özal’ın AİHM’e başvuru hakkı tanıyarak kendi vatandaşlarımıza zaten kendi ortağı olduğumuz bir yargı mekanizmasının bir nihai başvuru organı. Rakamlar ortada.
AİHM’in rakamları ortada. Onu geçin bizim kendi Anayasa Mahkememizin rakamları da ortada. Yüzde 97’den, yüzde 76’da bahsediyoruz.
Değerli arkadaşlar,
Hiç endişeniz olmasın. Buradan ben tüm vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum.
Tüm vatandaşlarımızın can, mal ve hak güvenliğini koruyarak, ülkemizi hızla hukuk devleti rotasına oturturuz. Bunu yaparız.
Tarafsız ve bağımsız, sadece milletin hukuku için çalışan yargı sistemi ile Türkiye’yi topyekûn zenginleştiririz.
Bizim kalkınmadan, refahtan anladığımız üç-beş kişinin zenginleşmesi değil. 84 milyonun topyekûn zenginleşmesi. Bizim ekonomik büyümeden anladığımız bu. Ama bunu da ancak ve ancak sağlam bir adalet ve hukuk düzeniyle yapabiliriz. Yoksa hayal. Ağızlarıyla kuş tutsalar hayal.
Şu andaki hükûmet anayasayı hiçe sayan, hukuku hiçe sayan, yasaları her gün çiğneye hükûmet, ağzıyla kuş tutsa bu ekonomiyi düzeltemez. Defalarca söylüyorum. Hala söyleyeceğim. Ve göreceksiniz olmayacak.
Ve üzülerek söylüyorum. Daha bu günler güzel günler. Yanlışta ısrar, yanlışta inat, adaletsizlikte, hukuksuzlukta devam bu ülkeyi çok daha kötü noktalara götürür. Çok daha kötüsünü yaşarız.
Bir yandan biz bu hükûmete bir an önce bu yanlışlardan dönme çağrısını yaparken bir yandan da seçimlerden sonra sorumluluğu devralacağımız güne yoğun bir şekilde hazırlanıyoruz. Çok detaylı hazırlıklar yapıyoruz.
Bugüne kadar yakın tarihimizde yapılmayan detayda hazırlıklarla şu anda ilerliyoruz. Ki seçimlerden sonra ülkenin tek bir gün bile kaybetmeye tahammülü yok.
Tek bir saat bile kaybetmeye tahammülü yok. Bütün bu yanlışların, birikmiş sorunların, çoklu kriz ortamının çözülebilmesi için derhal birinci gün, birinci dakikadan itibaren inşallah kolları sıvayıp çalışmaya başlayacağız.
Çözersek bunu biz çözeriz, biz yaparız. Yaptık yine yaparız. Yaptık, daha iyisini yaparız.
Ben şimdilik sözlerimi burada noktalıyorum. Katılımınız için hepinize çok teşekkür ediyorum.
Değerli basın mensuplarının sormak istediği sorular varsa, cevaplamak üzere şimdi sözükendilerine bırakıyorum.
Çok teşekkürler.